Irak
Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesud Barzani, Iraklı Kürtlerin
bağımsız bir devlete sahip olmalarının hiç olmadığı kadar yakın olduğunu
söylemiş ve Sykes-Picot Anlaşması'nın hükmünü yitirdiğini açıklamıştı. Barzani
bölgede artık yeni bir uluslararası anlaşmaya ihtiyaç olduğunu belirtmişti.
Peki tarihte
büyük bir öneme sahip olan ve Türkiye'yi yakından ilgilendiren bu Sykes-Picot
Anlaşması'nın hikayesi ne?
Emperyal
devletler bir bölgeyi bütünüyle ele geçirip kendi vatanları haline dönüştürmeye
çalışmanın maliyetini anladıkları günden itibaren oyunu farklı kurallar
çerçevesinde sahnelemeye başladılar. Artık yüzlerce yıl sürecek işgaller yerine
bölgedeki varolan dengeleri değiştirmek ve iktidarı maşa görevi görecek kukla
yöneticilerin ellerine teslim ederek iktisadi çıkarlar üzerine inşa edilmiş bir
sömürü anlayışını tesis etmek tercih unsuru sayılmaktadır.
Sykes-Picot
isimleri Türklerin olduğu kadar Arapların da hafızalarında travmatik izler
bırakmıştır. Dönemin ruhunu anlamak konusunda idrak zorluğu çekerken dirayetten
düşen Osmanlı, iki eski müttefiki tarafından tuzağa düşürülmek istenmiş,
coğrafyasının önemli bir kesimi gizli anlaşmalar ile eski dostlar arasında
paylaşılmaya çalışılmıştır. Bilhassa Britanya'nın şeytana pabucunu ters
giydiren manevraları üst üste gelen olaylar ile sekteye uğrarken, eski
dostlarına karşı ''böl ve yönet'' stratejileri geliştiren Britanya ve
Fransa'nın da birbirlerinin kuyularını kazmaları gecikmemiştir.
Yakın
zamanda yayınlanan James Barr adlı yazarın henüz dilimize çevrilmemiş olan "A
Line in the Sand'' adlı kitabında Orta Doğu'nun haritasını Fransa ve
Britanya'nın egemenliği altında kalacak şekilde yeni baştan çizmek üzere
görevlendirilmiş ve Rusya'da yaşanan devrim sonucunda ortaya çıkmış gizli
anlaşmaya isimlerini veren Sykes ve Picot'un başarılı birer portresi
çıkarılmış. Kitapta anlatıldığı kadarı ile bu iki karakter hakkında yazılan
ilgi çeken bazı detayları Odatv okuru için derledik.
SYKES
''Ölünün
arkasından kötü konuşulmaz'' derler fakat, Osmanlı topraklarını kendi ülkeleri
arasında paylaştırmak için görevlendirilen ikili arasında bilhassa Sykes
hakkında iyi konuşan pek kimse yok gibi.
Sayısız olumsuzluğuna rağmen Sykes'ın
henüz 36 yaşında Britanya başbakanı ile görüşmeye davet edilmesi ve düşmek
üzere olan diş gibi sallanan Osmanlı'nın Orta Doğu'da bulunan topraklarının
parçalanarak emperyal ülkeler arasında paylaştırılması gerektiği konusunda
devletini ikna etmeyi başarmış olması enteresandır. Henüz o gün bu gerçeği
bilmese de, genç yaşta grip hastalığına yakalanarak 39 yaşında hayatını
kaybetmeden önce, eğer mümkün olursa başarıya ulaşabilmek için sadece üç sene
vakti bulunmaktadır.
Sykes'ın bu
işin üstesinden gelebileceği yönünde verdiği intibanın dayandığı şöhreti Orta
Doğu hakkında yazdığı bir seri kitabıdır. Bu kitapların sonuncusu 2 inch (5cm)
kalınlığında olan ''the Caliphs' Last Heritage'' -Halifeler' Son Miras-
genel olarak savaş öncesinde Osmanlı topraklarına düzenlediği gezide kaleme
aldığı ve İslamın politik bir güç olarak yükselişini anlattığı eseridir. Kitap
boyunca kendisini bölge hakkında eşsiz bilgilerle donanmış göstermek isteyen
Sykes, başbakan ve öteki bakanlar üzerinde bıraktığı intiba ile hem Türkçe hem
de Arapça'yı akıcı şekilde konuştuğu izlenimini yaratmayı da başarmışsa da,
gerçekte her iki dili de konuşamamaktadır.
Sykes'ın bölgeye
ilk ziyareti henüz sadece 11 yaşındayken, eksantrik bir kişiliğe sahip olduğu
söylenen garip davranışlı babası (Sir Tatton) ve babasının yarı yaşında olan
alkolik annesi (Lady Jessica) ile birlikte 1890 yılında gerçekleşmiştir.
Britanya'nın Mısır'ı Osmanlı'dan koparması sekiz sene önce gerçekleşmiş,
çekirdek ailenin ziyaretleri Mısır'ın ardından henüz Osmanlı'nın elinde bulunan
Kudüs ve Lübnan'da devam etmiştir. İlerleyen yıllarda sayısız kez evden kaçarak
bölgeye yeni ziyaretler düzenleyecek, bu yolculuklarının birisinde Kudüs'te
Gertrude Bell ile tanışma fırsatı yakalayacaktır.
OSMANLI
UÇURUMDAN YUVARLANMAK ÜZERE
Britanya
henüz o dönem Osmanlı'nın müttefiki olsa da, Sykes'ın parlamentoda yaptığı ilk
konuşmasında ve sonrasında yapılan toplantılarda sık sık dile getirdiği ''Osmanlı
uçurumdan yuvarlanmak üzere'' içerikli görüşleri, ülkesinin 50 yıllık
politikasının sona ermesinde ve Osmanlı'yı desteklemekten vazgeçmeye
başlamalarında etki sahibi olmuştur. 1878'de Kıbrıs Osmanlı'dan koparılmış,
dört yıl sonrasında Mısır ve Süveyş Kanalı da benzer kaderi paylaşmıştır.
İngiliz
yatırımcılar farklılaşan devlet politikalarının uzantısı olarak Osmanlı'ya
verdikleri paraları geri almaya başlayıp daha fazla bu köhnemiş yapıya yatırım
yapmak istemedikleri dönemde Fransızlar onların yerlerini almakta gecikmemiş ve
Halifeliğin gücünden faydalanma arzusu ile devletin borçlarını satın almaya
başlamışlardı. Yapı içten içe çürümekteyken ortaya 'Genç Türkler' çıkmış ve
devletin gücünü kendi ellerinde toplamışlarsa da onlar da çürümeyi ve çözülmeyi
engellemeyi başaramamışlardı. Libya ve Balkanlar üzerinde bulunan toprakları
kaybetmekten kaçınamadılar.
Geriye
Suriye, Kudüs, Mekke ve Medine kalmıştı. Osmanlı'nın yüzlerce yıldır elinde
tuttuğu bu toprakları koparmak daha zorlu bir planın parçası olabilirdi ve
Araplar ile işbirliği kurmak gerekiyordu. İşbirliği tabiri sizleri yanıltmasın.
Daha ziyade Arapların önlerini görmelerini engelleyecek şekilde gözlerine kum
atmakla yetinecekleri bir süreç başlamak üzereydi.
Sykes'ı
destekleyen yüksek rütbe ve mevki sahibi dört isim dikkatimizi çekiyor. Herbert
Henry Asquith, Herbert Kitchener, Lloyd George ve Arthur Balfour. Britanya'nın
önde gelen bu saydığımız isimleri, Sykes'a planının tam olarak ne tip bir
sınır öngördüğünü sorduklarında Sykes önündeki haritada her iki elinin
parmakları ile işaret ederek şu yanıtı vermişti;
''Akka'dan
(bugün İsrail sınırları içerisinde) başlayıp Kerkük'te biten bir çizgi çizmek
istiyorum.''
Anlaşılacağı
üzere bölge üzerinde çalışan karakterlerimizin sınır çizme anlayışları düz
çizgiler çizme anlayışı üzerine kuruluydu ve girintili çıkıntılı sınırlar ile
uğraşmak istemiyorlardı. Belirledikleri sınırlar bazen bir köyün, kasabanın, şehirin
tam ortasından geçebiliyor ve ufacık yerleşimleri iki ayrı ülkenin sınırları
arasında paylaştırmakta sakınca görmüyorlardı.
Lloyd George
Osmanlı'yı yıkmak için oldukça istekliydi. Sykes ise Kitchener'ın askeri bir
müdahele ile ayağına bağ olmasını ve kendisini baskılamasını istemiyordu.
Asquith ise bu sınırın oluşturulması esnasında Arapların sorun çıkarmasından
endişeliydi. 20 yıldır bölge üzerinde hakimiyet kurmak için çekiştikleri Fransızlar
ile bu konuyu görüşerek aralarında diplomatik bir anlaşma yapmaları
gerektiğinden söz ediyordu.
Bu düşüncesi sayesinde Sykes-Picot anlaşmasının ilk
adımları atılmaya hazır hale gelmişti.
Savaş
Britanya ve Fransa'yı eski düşmanları Rusya ile müttefik olmaya zorlamıştı. Her
ne kadar planlarına istemsizce dahil ettikleri Rusya'ya Ermenistan adı altında
Anadolu'da önemli bir parça toprak verileceği önerildiyse de, Britanya'nın son
istediği şey Ruslar ile sınır komşusu olmaktı. Bu sebeple üçe bölmeyi hedefledikleri
coğrafyada Ruslardan uzak kalabilmek için Sykes'ın eliyle çizdiği sınırın güney
kesimini almayı tercih etmeye karar vermişlerdi. Kuzeylerinde Fransa olacağı
için Ruslar'dan uzak kalabileceklerdi.
PICOT
François
Georges-Picot, Fransa'nın emperyal gayelerine kuvvetle bağlı bir kimseydi.
Kendisi bilhassa Fransa'nın Suriye üzerinde talep ettiği haklara yönelik
çalışmalar içersinde bulunan Comite de l'Asie Française'in üyesiydi. Bu
davranışını babasından miras almış olmalı, babasından aldığı bir diğer unsur
ismiydi.
Babasının adını kendi adıyla birleştirerek kendi ismini uzatmıştı.
Baba Georges Picot, Comite de l'Afrique Française adlı bir grubun kurucu
üyesiydi. Saygın bir avukat, Institut Français üyesiydi ve Britanya'nın Mısır'ı
ele geçirmesi üzere gereken evrakın altına imzasını atan İngiliz başbakan
William Ewart Gladstone'un biyografisini kaleme almıştı. Oğul Picot babasına
neredeyse tağıyordu. İngiliz bir diplomatın raporunda belirttiği üzere oğul
Picot, sanki asla genç bir insan olmamış gibi bir görünüme sahipti.
Tarihteki
yerini 43 yaşında alan Picot henüz öğrenim yıllarında babasının yolundan gitmiş
ve hukuk okumayı tercih etmişti. 38 yaşına geldiğinde kariyerinde bir değişik
arzulayarak 1898 senesinde diplomat olmaya karar vermişti. Kendisi ile sohbet
edenlerin ortak intibasına göre düdük gibi bir sesi vardı.
Quai
d'Orsay'de (Fransa Dışişleri Bakanlığı) ilk yılları ülkesinin Kodok'ta yaşadığı
aşağılanmanın etkisi altında geçmişti. Kendisi ve çağdaşı olan meslektaşları
Britanya'yı köşeye sıkıştırmaya yönelik düşünceler içerisindelerdi. İlerleyen
yıllarda Britanyalı bir politikacı george-Picot için ''hiç bir şey vermek
istemeyen ancak her şeyi talep eden bir kişiydi'' yorumunda bulunacaktı.
Osmanlı
egemenliğinden çıkmak ve bağımsız olmak isteyen Araplar bu konuda Fransa'dan
yardım istemişlerdiyse de iki devlet arasındaki maddi menfaatler Fransa'nın bu
konuda çekimser davranmasına sebep oluyordu. Picot'un rolü bu finansal
çıkarları zedelemeden Araplar'ın Osmanlı'dan koparılmaları yolundaki
çalışmaları gizlice ve dikkatlice yürütmek olacaktı. Öncelikle Suriye'nin
Osmanlı'dan koparılması sürecinde etkili olmaları gerektiğini düşünüyordu ki bu
konuda harekete geçmenin önemini, ''biz yapmazsak İngilizler yaparlar'' sözleri
ile rasyonalize etmeye çalışıyordu. Ülkesi bu konuda hiç bir girişimde
bulunmayınca Fransa ve Osmanlı arasında patlak verecek savaş öncesi Yunan
hükümetini Lübnan'da bulunan Hristiyanlara ellibin tüfek ve iki milyon rulo
mermi vermeye ikna etmişti. Savaş patlak verdiğinde ise Araplar ile gerçekleştirdiği
tüm yazışmaları yakarak Beyrut'u sessizce terk etmişti.
Çanakkale
savaşı esnasında İngilizler kadar Fransızlar da Türklerin yakın bir gelecekte
atmaları olası adımlarından endişeliydiler. Britanya'nın kısa bir süre sonra
boğazdaki savaşı terk edeceğini bilenler, Türk askerlerinin alacakları
galibiyetin verdiği güç ile Mısır'a yönelebileceklerinden korkuyorlardı. Aynı
zamanda Sultan'ın cihad çağrıları Arap topluluklarında karşılık bulabilecek bir
hareketlenme yaratmanın arefesindeydi. Şerif Hüseyin ise bu çağrıya yanıt
verebilecek olası kişiler arasında liste başında yer alıyordu. O dönem henüz
bilmeseler de, cephede savaşı kazanan Osmanlı masada kaybedecekti ve Mısır'a
yönelmek gibi bir niyete yönelemeyecek kadar dirayetsiz davranacaktı.
Bu tip bir
riskin yanında Hüseyin aynı zamanda baştan çıkarılması kolay bir konumda yer
alıyordu. Peygamberin soyundan gelmesi ile tanınan Hüseyin İslam dünyasının
önderliği konusunda kendisini Osmanlı Sultanı'ndan daha fazla hak sahibi görmek
gibi bir bakış açısına sahipti. Hüseyin ile ilgilenme işi Arap Yarımadası'nın
kontrolünü ele almak isteyen İngilizlerin meselesiydi. Tüm Arap coğrafyasının
yönetiminin kendisine verileceği söylenerek taraf haline getirilen Şerif
Hüseyin ise bölgede sürdürülen politikaların bir uzantısı olarak onlarca irili
ufaklı Arap devletinin ortaya çıkacağını ve kandırıldığını çok geç anlayacaktı.
Sykes, her
ne kadar Britanya hükümeti için çalışıyor olsa da kendi düşünceleri
çerçevesinde hareket etmekten çekinmiyor ve hizmetinde olduğu hükümeti
yönlendirmeyi biliyordu. Picot ise bütünüyle karnından konuşuyor ve Fransız
devletinin düşünceleri ve sözleri ile hareket ediyor, kendi iradesini sürece
yansıtmaktan kaçınıyordu.
AMAÇ
BÖLGENİN TÜRKLERDEN ARINDIRILMASI
Sykes ile
Picot arasındaki en büyük fark, Sykes daha ziyade Arapları kandırmak ve
Fransızların isteklerini makul boyutta tutmak üzere hareket etmektedir. Picot
ise, İngilizleri kandırmak ve hükümetinin isteklerini bütünüyle dayatmaya
yönelik bir tavır içerisindedir. Britanya Şerif Hüseyin'e o denli odaklıdır ki,
Fransa'nın kendi kuyusunu kazmakta olduğunu uzun süre göremez.
Britanya
Hüseyin'i iki sebeple önemsemektedir. Kendisini İslam aleminin yeni ruhani
lideri haline getirmek ve bu sayede tüm İslam dünyasına kukla bir lider
üzerinden hükmetmeyi amaçlamaktadır. Bir diğer husus ise, bölgenin Türklerden
arındırılması esnasında daha az asker kaybetmek üzere Hüseyin'in harekete
geçireceği Arapların savaş güçlerinden faydalanmaktı.
Hüseyin ise
İngilizler ile iş birliği içerisinde kalarak sadece Arap yarımadası üzerinde
değil, Suriye, Irak ve Filistin'i de içerisine alacak bir imparatorluk kurma
hayalindedir. İngilizler önceleri bu konuda Hüseyin'i ciddiye almak istemeseler
de, ciddi olduğunu görünce pazarlık masasına oturmuşlardıysa da tartışmayı
neticelendirmeyi geciktirmeye de dikkat etmişlerdir. Bu durumun farkına varan
Hüseyin, benzer şekilde davranmaya yönelerek İngilizlerin kendisinden
beklentilerini askıya almaya ve geciktirmeye, istedikleri yardımları esirgemeye
yönelmiştir.
İngilizler
önce Hüseyin'e ayak diretseler de Arap bir memurdan aldıkları istihbarata
inanmak zorunda kalırlar. Aldıkları bilgiye göre Arap milliyetçileri ve
Hüseyin, İngilizlerden istediklerini alamayınca Osmanlı ya da Almanlar ile
işbirliğine girmeyi düşünmektedirler. İsteklerini reddetmenin muhtemelen
Hüseyin'i Almanya'nın kucağına iteceğine karar verince anlaşma masasına tekrar
oturur ve Arap lidere Basra Körfezi'nin tepesinde bulunan ve hali hazırda
Britanya askerinin konuşlu bulunduğu alana kadar (bugün Kuveyt) bir bölgeyi
vaad etmeyi kabullenirler. Suriye'nin Fransızlar tarafından istendiğini ve bu
anlaşmaya sadık kalmaları gerektiğini belirtmeyi de ihmal etmezler. Hüseyin tam
olarak istediğini alamasa da bu teklif karşısında sakinleşmeye başlayarak iş
birliği yapmayı kabullenir.
MÜHİMMAT
YARDIMI
Anlaşma
nihayet Sykes-Picot haritalarında belirlenen halini almaya başlamaktadır.
Taraflar bölgeyi aralarında paylaştırırlarken Filistin için iki tarafın ortak
kontrolü altında bulunmasına karar verilir. Yahudiler, İngilizleri Filistin'de
bulunan Yahudi nüfusunun belirlenen standartların üzerinde artması yönünde ikna
etmeye çalışsalar da başarılı olamazlar. O günlerde henüz İngilizler Siyonist
ideolojiyi benimsememektedirler ve bölge üzerinde kurmaya çalıştıkları hakimiyete
karşı bir risk olarak algılamaktadırlar. Fransa ile Britanya arasında geçen
görüşmelerde, Fransızlar gerçek düşüncelerini gizleyerek kendilerinin de bu tip
bir ideolojiyi gülünç bulduklarını ve desteklemediklerini söylerler.
İlerleyen
yıllarda Fransızlar, Britanya'nın Filistin üzerindeki gücünü ortadan kaldırmak
için Yahudiler ile anlaşacak ve gizlice silah ve türlü mühimmat yardımı yaparak
İngilizlere karşı güçlü bir direniş ağı oluşmasını sağlayarak Britanya'nın
nihayet usanarak bölgeyi terk etmesine sebep olacaklardı.
Hikaye bu
kadarla kısıtlı olmamakla birlikte bu noktada sona ermiyor. Çok sayıda batılı
karakterin dahil olduğu tüm bu oyunun sahnelenmesi ve öteki karakterler
hakkında bir başka yazımızda bilgi vermeye devam edeceğiz.
Şıvan
Okçuoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder