Al hayat medya türkçe konstantiniyye dergisi 3.sayı
- 1 ÖNSÖZ EY KAVMİMİZ ALLAH’IN DAVETÇİSİNE İCABET EDİN BÜYÜK ŞİRKTE CEHALET MAZERET MİDİR? KITAL CİHADINDA YER ALMAYAN BU FARZI TERK ETMİŞTİR İSTİŞHADİ OPERASYONLARIN CAİZLİĞİ VE FAZİLETİ HIYANET RAPORU SAHİH MENHEC TÜRKİYE’YE MESAJ İSLAM DEVLETİ’NDEN HABERLER İ
- 2. ALHAYAT ÖNSÖZ 03 Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a olsun. Salât ve selam O’nun Resulü’ne, ehline ve tüm inananların üzerine olsun. Allah’a hamd olsun ki; İslam Devleti’nin düşmanları olanca eforuna ve güçlerini bir araya toplamalarına rağmen İslam Devleti’ne karşı başarısızlığın acısını yaşamaktadır. Koalisyona yeni üyeler ilave etseler de, yeni hava üsleri açsalar da, yeni F16’ları havalandırsalar da başarısızlıklarını kendi dillerinden işitmekteyiz. Allah’a hamd olsun... Allah’a hamdolsun ki; geçen sayımızda yer alan “Erdoğan’ın Kürt Devleti” başlıklı yazımızda öngörülerimizin gerçekleşmesi çok da uzun sürmedi. Derginin yayınlanmasından çok kısa bir süre sonra, Suriye’deki bebeklerin kanlarını dökmek ve bu halka bomba yağdırmak için uçaklarını kaldıran tağut Erdoğan’ın besleme örgütüateistPKKsaldırıyageçti.Halendebölgede özerk bir yapı kurmak için her gün Türkiye’nin mürted asker ve polislerini öldürmektedir. Bu sayımızda da İslam’a vermiş olduğu yoğun zarara ve tahrifatlarına bakmadan genelevlerden alınan vergilerden kendilerine verilen az bir ücret karşılığında İslam dinini tahrif eden ve İslam Devleti’ni kötüleyen Hıyanet (Diyanet) kurumunun raporuna bir reddiye ve onların İslam dinine vermiş oldukları zararların çok az bir kısmına değindik. Ve bu belami teşkilatın kuruluş amacının dini tahrif etmek olduğunu ve üç kuruş paraya nasılda demokrasi ve laiklik kölesi olduklarını da kısaca izah ettik. Ayrıca şuan ki düşmanlarımızın ve yeni düşmanlarımızın korkulu rüyası olan ve hiçbir devletin sahip olmadığı sadece İslam Devleti’nin sahip olduğu en büyük silahının yani istişhadi operasyonların İslam dinindeki yerini ve faziletini lafı uzatmadan izah etmeye gayret ettik. Kıtal cihadının herhangi bir yerinde yer almayanların davet veya para yardımında bulunarak bu farzı yerine getirmediklerini, bu farzı yerine getirebilmek için bu cihadın herhangi bir yerinde yer almaları gerektiğini, aksi halde bundan ötürü günahkâr olduklarını da izah ettik. Ayrıca akide bağlamında büyük şirkte cehaletin mazeret olmadığını net bir şekilde izah ettik. İslam devletinin Suriye, Irak, Türkiye veya herhangi bir yerde büyük şirke bulaşan hiç kimseyi mazeretli görmediğini ve bunları tekfir ettiğini delilleriyle anlattık. Öte yandan İslam devleti kurulduktan sonra küfür diyarlarında kalıp hala davetle uğraşanlar, hem kıtal cihadını terk etmiş hem de davette bidat çıkarmışlardır. İslamDevleti’ninakidevemenhecinbelliolmadığını iddia edip kendi uydurduğu iftiralarla İslam Devleti’ne iftira atanlara da her sayımızda elimizden geldiğince cevap vermeye çalışacağız. Kulağını veya gözünükapatanlarhariçİslamdevletininyayınlarına ve pratiğine bakan herkes İslam Devleti’nin akidesinin ve menhecinin net bir şekilde ortada olduğunu görür. Güneşe gözünü kapayanların hakikati değiştiremeyeceği bilakis sadece kendisine karanlık yapacağını da belirtmek isteriz. Allah’ın izniyle gelecek sayılarda da yayın akışımızı bozmadan İslam devletini daha iyi tanıyabilmeniz için gerekli konulara değinmeye gayret edeceğiz. Rabbimizden muvaffakiyetler diler amellerimizi kendisi için kabul etmesini niyaz ederiz.
- 3. EY KAVMİMİZ ALLAH’IN DAVETÇİSİNE İCABET EDİN04 İCABETEDİN ALLAH‘IN DAVETÇİSİNE EY KAVMİMİZ Hamd, El-Kavi ve El-Metin olan Allah’a mahsustur. Salât ve selam âlemlere rahmet olarak kılıçla gönderilene olsun. Ve sonra: Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler sizden kim dininden dönerse (bilsin ki): Allah sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği bir lütuftur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.” (Maide Suresi, 54). Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlara karşı savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar.” (Tevbe Suresi, 123) Allah’u Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor: “Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.” (Fetih Suresi, 29) Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor: “İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.” (Mümtehine Suresi, 4) Allah’ın, kendisini sevmeleri ve kendilerini sevmesi nimetinde bulunduğu, dinini hâkim kılmaları ve şeriatı ile yönetmeleri için seçtiği; kendi yolundaki mücahid-mümin kullarının sıfatlarından biri de kâfirlere karşı izzetli, onurlu, üstün olmalarıdır. Onlar nefisleri ile değil akideleri ve tevhidleriyle üstündürler. Zaferin, temkin ve kazancın mühimmatları ve sayılarıyla değil Allah’ın lütfüyle kendilerinin olacağına dair kesin inançlarıyla onurludurlar. Rablerinin emrettiğini yerine getirirler ve insanların kınamalarından korkmazlar. Çünkü insanların Rabbi kendilerini sevmektedir. Allah’ın emri için insanların kanunlarına, adet ve örflerine, görüşlerine ne kadar ters düşseler de önemsemezler. İnsanlar her ne kadar onlar için birlik oluştursa ve onların üzerlerine toplansa da (bu yolda) başlarına belalar gelmesinden de korkmazlar. Çünkü Allah onlarla kâfirlere karşı sert, aslanın avına karşı olduğu gibi şiddetliler. Allah’u Teâlâ’nın kendilerini seçtiği, sevdiği ve kendilerine dinini uygulamaları ve hükmünü dayatmaları lütfunde bulunduğu kullarının özelliklerinden biri de kâfirlerden kendilerini temize çıkarmaları, onlardan ayrılmaları, onlara karşı düşmanlık ve öfke ilan etmeleri, onlarla ittifak etmemeleri, onlara yardakçılık yapmamaları, onların içlerinde yaşamamaları, Şeyh Ebu Muhammed El Adnani
- 4. KONUŞMA 05 aralarında oturmamaları, aileleri, aşiretleri ya da kavimleri de olsa onları rahatlatmamalarıdır. Bu, Allah’ın şeriatını uygulayanların halidir. Uzun yollarda karşılarına çıkan zorluk ve imtihanlara karşın değişmez de değişiklik de göstermezler. Şu aldatıcı yıllarda; cihad, Allah’ın dinine yardım ve Allah’ın şeriatını canlandırma iddiasında bulunanların peygamberlerin yolundan saptığını, Peygamberimizin (s.a.s.) ve onurlu sahabenin (r.anhum) yolundan başka bir yolla geldiğini gözlemliyoruz. Onun, başına gelecek sıkıntılardan tedirgin olduğunu, dadıların kınamasından korktuğunu, kâfirlere kibarlık ve yardakçılık yaptığını, onlarla beraber çalıştığını ve onları rahatlattıklarını görüyorsun. Dahası onlarla ittifak kuruyor, onları savunuyor ve onlara sevgi gösteriyor. Onun onlarla ilişkiler kurmak için kendilerine yaltaklanarak çaba sarf ettiğini, onların arasında; otoriteleri altında ofisler açmak için uğraştığını görüyorsun. Bunu da sırf onlardan fayda elde etmek ve zararlarından kurtulmak için yapıyor. Onun onlara yalvararak kendilerinden acilen yardım, destek ve arka çıkmasını istediğini görüyorsun. İslam Devleti’ne gelince o; izzetin; Peygamberimizin (s.a.s.) yolunu bilmiş ve onun izinden gitmiş, rehberliğine (yoluna) sımsıkı sarılmıştır. İnşallah değişmeyecek de sapmayacak da! Allah’ın izniyle yolumuzda devam edeceğiz. Hiçbir kınayıcının kınamasından korkmuyoruz. İnsanlar bizi tek bir yaydan vursa da önemsemeyeceğiz. Milletler üzerimize üşüşse de kılıçlar bize vursa da bunu önemsemeyeceğiz. İlim eşekleri çamura kaysa da bu, Allah’ın izniyle bize bir zarar vermeyecek. Çünkü biz Rabbimizden bir basiret üzereyiz. Kendi kafamızdan bir şey getirmedik. Rabbimizin kitabına ve Peygamberimizin (s.a.s.) sünnetine sımsıkı sarılmanın üzerine bir şey de eklemedik. Ey her mekândaki Müslümanlar! Mübarek Ramazan ayının gelişinden ötürü hepinizi tebrik ederiz. Bizleri bu faziletli aya kavuşturduğundan ötürü de Allah’u Teâlâ’ya hamd ediyoruz. Ey Allah’ın kulları! Bu ayın kıymetini bilin ve Salih amellere koyulun. Ve en faziletlisine gayret edin. Allah’a en faziletli yaklaşma yolu ise cihad’dır. Öyleyse cihada koşuşun. Bu faziletli ayda kazanmaya ve Allah yolunda şahadete kavuşmaya gayret edin. Onda (ramazanda) yapılan nafile amel, diğerlerinde yapılan farz amele, farz ameller ise diğer farzların on misline denktir. Akıllı, zeki olan ramazanda cihada ve akınlara devam edendir. Hiçbir ibadet cihada denk değildir. Ramazan İslam Devleti Mücahidleri
- 5. EY KAVMİMİZ ALLAH’IN DAVETÇİSİNE İCABET EDİN06 ayının dışındaki cihad da ramazandaki cihada denk değildir. Ramazanı Allah yolunda saldırı (atak) ile geçirene kutlu olsun. Bu yüce ayda Allah’ın kendisini seçip de şehit kıldığına gelince ne mutlu onlara! Umulur ki Allah ramazan dışındakinin on katı olsun diye ramazanda şehit olanın ecrini artırır. Ey Müslümanlar! Cihada koyulun ve koşuşun! Ve ey her mekândaki mücahidler Ramazanı Allah’ın izniyle kâfirlere kötülük ayı kılmak için harekete geçip atılın. Ey her mekândaki Sünniler! Özellikle de Irak halkı (Iraklı Sünniler)! Bugün, Rafızîlerle sizi çok önceden uyardığımız bir gerçeği yaşamaya devam ediyorsunuz. Onu Bağdat’ta, Diyala’da, Anbar’da, Kerkük’te ve Selahaddin’de bir gerçeklik olarak yaşamaya devam ediyor ve çıplak gözlerinizle görüyorsunuz. Her gün Bağdat’ta yaşanan; Sünnileri kaçırma, öldürme, göç ettirme hadiseleri size saklı değildir. Sünni bir kimse Bağdat’ın dâhilinde dinini izhar etmeye cesaret edemez. (Dışarıdakinin) Oraya girmesinin de imkânı yoktur. Sizden hanginiz bugün Bağdat’ta oğlunun adını Ömer, Osman ya da Muaviye koyabilir? Sizden hanginiz bugün Bağdat’a girebilir? Bugün Rafızîler Sünnilere Bağdat’a girme izni vermemektedir. O kadar ki uzun yıllardır kendilerine hizmet etmelerine, onları savunmak için yaptıkları fedakârlıklara, Safevilerden daha Safevi olmalarına rağmen sırf isim olarak Ehli Sünnete mensup oldukları için sahvelerden, polis ve ordudan mürted köpeklerine, yandaşlarına ve hizmetçilerine dahi girme izni vermemektedirler. “Anbar halkından; Rafızîlerin ayaklarında pabuç olan ve mücahidlere karşı onları savunan mürted Sünni subay hakkında sorun! Onun bu yaptıkları kendisine Rafızîlerin katında bir fayda vermedi. Öyle ki o mücahidlerden Bağdat’a doğru kaçmıştı da Rafızîler onu Bağdat’ın girişlerinde durdurup girmesini engelledi. Onunla iki kızı üzerine pazarlık yaptılar. Bu, onu yanlışından uyandıran bir şok oldu ve sapıklığından döndürdü. Ve Anbar’a geri döndü. Tevbe etmiş bir şekilde mücahidlere geldi. ” Rafiziler Tarafından İşkence Edilen Bir Sünni
- 6. KONUŞMA 07 Rafızîler eğer Sünnilere karşı nüfuz sahibi olursa onlara merhamet etmeyecekler. Zaten Sünni öldürmenin – dininden çıkmış ve dininin sadece ismini taşıyor olsa bile - ilahlarına yakınlaşma olduğuna inanırken nasıl da merhamet edebilirler? Onların hizmetçisi bile olsa, onlarda bir köle bile olsa, onlara hizmet ve onları savunmada kendini feda bile etse merhamet etmezler! Bugün sizlere tahmin edilen gelecekten bahsetmiyoruz. Aksine tamamen yaşamakta olduğunuz gerçeklerden bahsediyoruz. Rafızî çeteleri El-Amiriyye’ye ilk girdiğinde sahvelerin karargâhlarını basmaya başladı. Deyyusluk ve işbirlikçilik sahveleri! Rafızî çeteleri Duluiyye’ye ilk girdiklerinde Cuma namazını engellediler. Diyala, Selahaddin ve Anbar’da camileri yakıp havaya uçuruşlarını, Sünnileri öldürüşlerini, boğazlayışlarını, yakışlarını ve göç ettirişlerini, mallarını gasp edip mülklerini yağmalayışlarını gördünüz. Bu gerçekleri bizzat yaşar oldunuz ey Sünniler! Size Samarra’da kaçırılıp da cansız cesetler olarak dönen kuyumcu ve dövizcilerin haberi geldi mi? Yakın zamanda meydana gelen A’zamiyye hadisesini ve Rafızîlerin bu hadisedeki tezahüratlarını, evlerinizi ve arabalarınızı yaktıklarında size yaptıkları açıklamayı unuttunuz mu? Ya da sizi her gün tehdit etmelerini ve sizi “yılanın başı” diye vasfetmelerini ve sizi tehdit edişlerini duymuyor musunuz? Ey Anbar halkı! Ey Sünni halk! Binlerce esirinizin El-Cenuba nezarethanelerinde göçtüğünü görmüyor musunuz? Ya da onların arasında 1300 iffetli, temiz kadın olduğunu bilmiyor musunuz? Bu (rakam) sadece ilan edilip belgelenen sayıdır. Ey her mekândaki Sünni halk! Durum önemli! Rafızîler size gerçek yüzünü gösterdi. Size düşmanlıkları ve kinleri sizin için artık açık oldu. Haçlıların size olan düşmanlığı ve kini de Rafızîlerin düşmanlık ve kininden geri kalır değildir. “(Ey mü’minler!) Kâfirler de putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler.” (Bakara Suresi, 105) “Onlar eğer güç yetirebilirlerse sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler.” (Bakara Suresi, 217) Haçlılar Allah’ın lütfüyle Irak’ta cihadı Rafizi Hapishanelerinde Tutuklu Olan Sünniler
- 7. EY KAVMİMİZ ALLAH’IN DAVETÇİSİNE İCABET EDİN08 bastırmaktan umudu kestiler. Bunun üzerine Sünnileri mücahidlerden uzaklaştırma ve “siya- si süreç” denen şey aracılığıyla kendilerine ita- at ettirme üzerine oynadılar. Haçlılar bu savaşı da kaybetti. Öyle ki Sünniler genel olarak mücahidlerin etrafında toplanmaya başladı. Yahudiler ise aşiretlerin liderlerinin ve önde gelenlerinin her gün mücahidlere biatlerinden ürküp korktu. Böylece Irak’ı Sünnileri öldürsünler, hapse atsınlar ve göç ettirsinler diye Rafızîlere, İran’a ve kâfir Kürtlere satmaya karar verdiler. Bu artık günün ortasındaki güneş gibi açık bir gerçektir. Ve bu Haçlıların hilafete karşı savaşlarındaki gerçek stratejileridir. Lanetli, pis Haçlıların müftüsü Sistani’nin Rafızî çetesi grubunun kurulması, eğitilmesi ve kısa zamanda tam teçhiz teslim edilmesi, havadan haçlı desteği fetvasıyla uygulanmaktadır. Her ülkeden akın etmeleri, ketibeler, milisler, partiler ve gruplar kurmaları için Rafızîlere kapılar sonuna kadar açıldı. Her partiye hatta her ketibeye kendi reklamını yapan bir uydu kanalı açıldı. Bu sırada Sünnilerden mürtedleri de kendilerini emniyette kılsınlar diye Haçlıların kapılarında ağlar, ayaklarını öper görüyoruz. Ancak ne fayda! Rafızîlerin kontrolü altındaki bölgeler aşamalı olarak gerek öldürülmeleri gerek tutuklanmaları gerek de göç ettirilmeleri yoluyla Sünni halktan boşaltılıyor. İşte her gün yüzlercesi tutuklanıyor! Gurbette yaşayan Sünnilere Rafızîlerin kontrolü altındaki bölgelerdeki evlerine dönme izni verilmiyor. İçlerinden Diyala’ya, Tikrit’e, Curf Es-Sahr’a, El-Kergul’e ya da El-Uveysat veya diğer yerlere kim döndü? Sünni gurbetçilere Rafızîlerin kontrolü altındaki bölgelere dönme izni verilmiyor. Özellikle Anbar Halkı! Onlardan Bağdat’a girmeyi kim başarmışsa öldürülmesi ya da esir alınması ya da kovulması için takip edilip kendisine baskın düzenlenmiştir. Ya da Bağdat’ta üzerinde “Her kim Anbar’dan göçen birini sığındırırsa o teröristtir” yazılı tabelaları okumuyor musunuz? Anbar halkından göçmenler çölün sıcaklığı kendilerini yakar şekilde açıklıkta terk edildiler. Buna rağmen içlerinden bazıları hala ailelerine ve dinlerine dönmeyi reddediyor. Azaba katlanıyor ve zillet kadehinden yudumluyorlar. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir. Biz onlara zulmetmedik. Ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. Bu ancak onların cihadı terk etmelerinin, bazı evlatlarının izzeti onların yanında arama adına; Rafızîleri ve Haçlıları dost edinmelerinin, sahvelere ve Safevi Ordu’ya katılmalarının neticesidir. Allah da onları alçalttı. “Allah, kimi hor ve hakir kılarsa, artık ona ikramda bulunacak bir kimse yoktur.” (Hac Suresi, 18) Allah Resulü’nün (s.a.s.): “İyne (vadeli olarak satın alınanı aynı kişiye peşin olarak geri satmak) ile alışveriş yaptığınızda, ineklerin kuyruklarına yapışıp ziraate razı olduğunuzda ve cihadı terk ettiğinizde Allah sizin üzerinize
- 8. KONUŞMA 09 dininize dönünceye kadar kaldırmayacağı bir zillet musallat eder.” hadisini tasdiken Ey Anbar halkı dininize dönün! Ey Anbar halkı yurtlarınıza dönün! Ailelerinize dönün! Evlerinize dönün! Olan oldu artık. Umulur ki bizim yurttaşlarımızdan olan mürtedler rafizilerin hakikatini anlamışlardır. Ve çoğunun rafizilerin örsünden kaçmaya gayret ettikleri fakat çekiçlerimizin korkusundan yol bulamadıkları bilgisi bize ulaştı. Hem Allah’a daha sonra Müslümanlara karşı bir mazeretimizin olması hem de Mü’minlerin emirinin aşiret reisleri ve ileri gelenlerine yaptığı çağrısına icabet ederek; halen rafizlerle beraber olan sahavat, taraftarları ve askerlerine son bir fırsat veriyoruz. Onlardan istisnasız herkesi yeniden tevbeye çağırıyoruz. İster komutan olsun ister suçlu biri fark etmez. Sadık olduklarına alamet olması için silahlarını teslim etmeleri dışında onlara herhangi bir şart da koşmuyoruz. Bu seferki tevbe çağrısında hiç kimseyi istisna tutmuyoruz. Hatta defalarca kez riddetleri sabit olan Hadise’deki Ceğaife kabilesini bile istisna tutmuyoruz. Biz bu çağrıyı elimizde güç olduğu halde yapıyoruz. Ve şuan Hadise’yi kuşatma altına almışız. Oraya girmemiz an meselesidir. Bu sizin ve tüm mürtedler için bir fırsattır. Bu fırsatı kaçırmayın ve bu faziletli ayda tevbe edin. Umulur ki Allah Subhanehu ve Teâlâ tevbenizi kabul eder. Eğer Allah azze ve celle bize lutfeder ve siz tevbe etmeden Hadise’yi alırsak. Allah’a yemin olsun ki; Allah’ın izniyle sizi kuşaklara ibret kılacağız. Hatta Hadise’den geçenler, burada Ceğaife’ler ve evleri varmış diyecekler. Aynı şekilde Şam ve Libya’daki gruplara da çağrımızı yeniliyoruz. Ve onları Allah’ın hükmüyle hükmeden İslam Devleti’yle savaşmadan önce düşünmeye davet ediyoruz. Ey büyülenen! İslam Devleti’yle savaşmadan önce hatırla ki; Yeryüzünde İslam Devleti toprakları hariç, Allah’ın hükmüyle hükmedilen ve hükmün sadece Allah’a ait olduğu hiçbir yer yoktur. Hatırla ki; eğer sen bu topraklardan bir karış, köy veya şehri alırsan orada Allah’ın yasaları beşerin yasalarına dönecektir. Ve kendine şunu sor; Allah’ın hükmünü kaldırıp beşerin hükmünü getiren veya buna sebep olanın hükmü nedir? Evet, sen bununla küfre girersin. Bundan sakın! Sen İslam Devleti’yle savaşarak bildiğin ve bilmediğin açılardan küfre girersin. Cehennem davetçilerinin sana İslam devletiyle savaşman için kalkan kıldıkları tüm bahaneleri bir düşün. Göreceksin ki hepside batıl bahanelerdir. Ey büyülenen asker tefekkür et ve düşün! Grupçuluk gözüyle değil insaf gözüyle bak, delil ve şeriat perspektifiyle bak. Ayağı kaymış, pisliğe bulaşmış ilmin eşeklerinin fetvalarına bakma. Onların yaygın şöhreti, kitap ve yazarlıkta önce ve güçlü olmaları sizi aldatmasın. Hayır! Onlar tağutların kucaklarına sığınmış ve cihada çıkmamışlardır. Bunların ömürleri, kadınların özel odalarında oturup fetva vererek geçmiştir. Mücahidlerin hatalarını gözlemektedirler. Ribatları şakımaktır. Gazveye çıkmak istedikleri zaman gazveleri televizyonların buluşma programlarıdır. Allah yolunda bir kurşun atmamışlardır. Cihad sahalarında
- 9. EY KAVMİMİZ ALLAH’IN DAVETÇİSİNE İCABET EDİN10 mücahidlerle beraber bir kere bile olsa görülmemişlerdir. Herhangi bir cihadi cemaate girmek istediklerinde onları kimse kabul etmemektedir. Kabul edilseler bile çok geçmeden ya kendileri cemaati atar ya da cemaat onları kovar. Onlardan biri düşündüğünde onları cemaatten engelleyenin kibirleri olduğunu görecektir. Nefisleri, bir emirin emrine girmelerine razı olmaz. Birçoğunun nefsi onlara cihada çıkmaktan bahsetmemiş ve yaşadıkları sürece de bahsetmeyecektir. Bütün bunlardan sonra onlar cihad etmeyip oturan fasıklardır. Kendilerini cihadda zanedip mücahidlere tavsiyede bulunmaya çalışırlar. Hayır asla! Ben insanları gösteriş yapandan sakındırıyorum Kendisi hidayette değilken insanları sapık görenden Batıla ne zaman öncülük etse hak bunu engeller Hakka öncülük etsen dağlar sana tabi olur Ey büyülenen asker! Dinini kimden aldığına bir bak. Rabbine tevbe et, umulur ki tevbeni kabul eder ve seni hidayet eder. Ey sahavat! Ey gruplar! İbret almıyor musunuz? Onlarca yıldır öncülerinizin İslam Devleti’yle savaşlarından ibret almıyor musunuz? İslam devletiyle savaşan gruplar nerede? Sahavatlar nerede? Ey Libya’daki gruplar! İbret almıyor musunuz? Ey Derna sahavatları! İbret almıyor musunuz? Ey Horasan (Afganistan) grupları! İbret almıyor musunuz? Size ne oluyor da İslam Devleti’yle savaşıyorsunuz? Sizden birinizin eliyle kabrini kazması hoşuna mı gidiyor? Yoksa kafasının kesilmesini, evinin yıkılmasını mı istiyor? Ey tüm mekânlardaki gruplar! İslam Devleti’yle savaşmaktan vazgeçin. Rabbinize tevbe edin. İslam Devleti’ni Yahudi, Haçlı ve tağutlarla baş başa bırakın. “ ” Ey gruplar! Size ne oluyor da İslam devletiyle savaşıyorsunuz? İslam devletine güç yetireceğinizi mi sanıyorsunuz? Irak sahavatı, arkalarındakiAmerikavedostlarındandahamı güçlü olduğunuzu zan ediyorsunuz? Şam’daki grup ve sahavatlardan öğüt almıyor musunuz? Şam’da ki Sahavat Gruplarının Logoları İki Bel’am: Ebu Muhammed El Makdisi ve Ebu Katade El Filistini
- 10. KONUŞMA 11 Bizimle savaşmaya ısrar edenler gelince; bundan sonra sızlanmayacak ve tokat atamayacaksınız. Ancak kendi nefsinizi kınayın. Ey tüm mekânlardaki Ehli Sünnet! Özellikle de Ürdün, Harameyn ve Lübnan’daki ehlimiz. Eğer Irak ve Şamdaki Ehli Sünnette yetişemezseniz bile kendinize yetişin. Sizin durumunuz şöyle söyleyen gibi olmasın. “Beyaz öküzün yenildiği gün bende yenildim.” Eğer imanınız zayıf ve dininiz az olsa bile, gayretiniz zayıf ve cihadı terk etmiş olsanız bile, şerefinizi ve namusunuzu yitirmeyin. Ehli Sünnet kardeşleriniz öldürüldüğü ve avare bırakıldığı, evleri yıkıldığı, malları gasp edildiği ve ırzları kirletildiği halde, evinizde nasıl olurda rahat ve güzel bir şekilde yaşamaya devam edebilirsiniz. Bunlar sizin aranızdan kalkan haçlı uçaklarıyla olmaktadır. Bunlar sizin mallarınızla finanse edilmekte ve sizin yakıtlarınızla sağlanmaktadır. Sizin idarecilerinizin üzerine lanet olsun. Sizden onları dost edinip onlara yardımcı olanlara da lanet olsun. İlmin eşekleri belamlarınızın üzerine de lanet olsun. Onlar ki; fetvalarıyla sizi uyuşturuyor, tağutlara yardım edip tahtlarını sağlamlaştırıyorlar. Ey Ürdün ve Lübnan’daki Ehli Sünnet uyanın! Uyanın Ey Harameyn’deki Ehlimiz! Kâfir ve facir yöneticilerinize karşı ayaklanın. Pişman olup pişmanlığın size fayda etmeyeceği zaman gelmeden önce ayaklanın. Yemen ehlinin yattığı gibi siz de yatmayın. Ta ki oranın tağutu, her karışında Rafızîlerin ateşini tutuşturdu. Sonra siz onu söndürmek için estiniz fakat sizi çepeçevre kuşatmıştı artık söndürmekten aciz kaldınız. Uzak bir ateşin alevlendiğini görüyorum Her tarafında ışık saçan bir ateş Ben-i Abbas bundan uykuda kalmış Tabi olunan bir güvence haline geldi Nasıl ki Ümeyye uykuda kalmıştı sonra uyandı Savunmaya ihtiyacı olmadığı bir zamanda savunmak için Ey Ürdün, Lübnan ve Harameyn’deki Ehlimiz! Sizi senelerce sakındırdık. Rafızîler size doğru geliyorlar size doğru. Sizin onlarla savaşınız gelecektir, gelecek. Ya siz bunun için bir araya gelir bunu kendinizden defedersiniz. Ya da uyuşukluğunuz içinde kalır, Irak, Şam ve Yemen ehlinin başına gelen öldürülme, esirlik, avare edilmek, evlerinin yıkılması, mallarının gasp edilmesi ve ırzlarının kirletilmesi gibi olaylar sizinde başınıza gelir. Haçlı Uçakları Yemen’de ki Rafiziler
- 11. Ey Şam’ın haline bakıp da sızlayan Bu halin bir şey artırmadı ve sen sürekli gözetleyensin Barada nehrinde olanlardan kavim korktuysa Dicle ve Fırat kenarındakiler acayipler olsun Ben kanın onun taraflarında aktığını görüyorum Yeryüzü nemli ve boyalının arasındadır Bağdat bakıyor, bağırsaklar çırpınıyor Göz yaş akıtır, kalp ise gözetler Reşid ve geçirdiği günler nerede Nerede muhafızlar, nerde soylu gençler Adam korkmaz veya sıkıntıda olduğu halde Hayatlarının tümünü korkuyla geçirecekleri bir hayatı ummaz Ateş gibi kederin ateşini ciğerlerime boşalt Bırak kalbimi sonra içinde alevlensin Savaşa çıkın dediğimizde buna gelmeyen kavim için bir özür yoktur Basiret iğrenmiş ve görüş emir altına alınmış Emniyetli ve rahat yaşamdan ne umuyorsunuz Mallar gasp edilmiş, canlar talan edilmiş Ey şiddetin ümmeti! Güç sizi nerde alıkoydu Ey izzet ümmeti izzetiniz ve soyluluğunuz nerede Adaletsizliği kabul etmeyin, mahremlerinizi koruyun Muhakkak ki mahremler Arapları engelleyendir Görüyorum ki tozlu ümmeti meşgul eden şey Ne oyun ne de eğlence belki ciddi işlerdir. Ya hayatın tarafını izzet muhafaza eder Zilletten ya da ölüm ve helak Memleketleri muhafaza edin ve sabırlı bir topluluk olun Saptıklarında merhamet kanatlarını germezler Kuşatılana kadar ne zan ediyorsunuz Size bir kurtuluş ve kaçış yeri kalmayınca
- 12. KONUŞMA 13 Beceriksiz Yahudi katırı Obama’ya, aciz taraftarlarına, zayıf dostlarına ve yenik askerlerine ise şunu söylüyoruz; Tarihten günümüze kadar “yenilgi taktiği” diye bir şey duymadık. Allah’ın izniyle gelecekte size yenilgiyi, yenilgiyi vaat ediyoruz. Sürpriz üzerine sürprizleri vaat ediyoruz. Bekleyin biz de beklemekteyiz. Kafkaslardaki hilafet askerlerinin vilayet ilanıyla onları tebrik ediyorum. Beyatlerini ve hilafete bağlanmalarını tebrik ediyorum. Mü’minlerin emiri beyatlerini kabul etti. Ve faziletli şeyh Ebu Muhammed el-Kaderi’yi Kafkaslara vali tayin etti. Gizli ve açık hallerinde Allah’tan korkmasını, yanındakilere yumuşak olmasını tavsiye etti. Kafkaslardaki tüm mücahidlere ona tabi olmalarını, masiyet hariç onu işitip ona itaat etmelerini tavsiye ediyoruz. Allah’tan sizi sabit kılmasını, size fetihler nasip edip sizi genişletmesini diliyoruz. Horasan’daki, sadık bir şekilde Allah’ın şeriatini hâkim kılmak için gayret eden tüm mücahidleri hilafete tabi olmalarına çağırıyoruz. İhtilafı terk etmelerine, cemaat, grup ve taraftar ihtilaflarını terk etmeye çağırıyoruz. Hilafet tüm Müslümanları bir araya getirir. Şamlıyı, Iraklıyı, Yemenliyi, Mısırlıyı, Avrupalıyı, Amerikalıyı, Afrikalıyı bir araya getirir. Arap ile Arap olmayanı bir araya getirir. Hanefiyi, Şafiiyi, Malikiyi ve Hanbeliyi bir araya getirir. Öldürülen ABD Askerleri Yenik ABD Askerlerinin Irak’taki Bir Çatışmalarından Görüntüler Horasan’da Halife Ebubekir El Bağdadi’ye Biat Eden Mücahidler
- 13. EY KAVMİMİZ ALLAH’IN DAVETÇİSİNE İCABET EDİN14 Hilafetin gelmesi ve şeriatle hükmedilmesi için uzun seneler savaştınız. İşte hilafet geri döndü. Ona bağlanın. Yahudiler gibi olmayın. Allah teala onlardan şu şekilde bahseder: “Onlara tanıyıp bildikleri (bu peygamber) gelince onu inkâr ettiler” (Bakara 89) Gelin! Sizin dostluğunuz dininiz ve Rabbiniz için olsun. Kavminiz, insanlarınız, vatanınız veya gruplarınız için olmasın. HiLAFETiNiZE GELiN!
- 14. KONUŞMA 15 Horasan’da kendisinin Allah yolunda cihad ettiğini iddia edenler var. Hâlbuki o Pakistan ve diğer istihbaratların müttefikidir. Bunlara dikkat edin. Onları tevbeye çağırıyoruz. Kim tevbe edip bunu ilan etmezse, ancak kendi nefsini kınasın. Ey Mücahidler! Bunlara karşı sakın sizi yumuşaklık veya merhamet tutmasın. Ey tüm mekânlardaki İslam Devleti Mücahidleri! İşte bu saha sizin önünüzdedir. Bu sizin silahınız ve bu ramazan ayıdır. Allah Azze ve Celle’ye karşı olan niyetlerinizi tazeleyin. Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya karşı niyetlerinizi halis kılın. Niyetinizitazelemeyedevamedin.Gizliveaşikâr halleriniz için Allah’a tevbe edin ve ondan mağfiret dileyin. Tevbe ve mağfiret isteklerinizi artırın. Bilinki;AllahAzzeveCellemücahidlerehersefer zafer vereceğine dair söz vermemiştir. Bilakis onun yeryüzündeki sünneti insanlar arasında günleri döndürmesi ve savaşı sical kılmasıdır. (Sical: Savaşta bazen galip bazende mağlup olmaktır.) Allah azze ve celle şöyle dedi: “Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Müşrikler de Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz.” (Al-i İmran 140) Allah yolunda cihad eden mücahidler, bir veya bir kaç yerde mağlubiyet yaşayabilirler. Zorlu günler onların aleyhine dönüp, bazı şehir veya mıntıkalar kaybedebilirler. Fakat ebediyyen mağlup olmazlar. Sabredip takvalı oldukları sürece zafer ve güzel sonucu Allah azze ve celle onlar için kılmıştır. Fakat bundan önce temizlik ve bela gerekir. Daha sonra olsa bile Allah’ın izniyle kaybettiğiniz yerleri fazlasıyla geri alacaksınız.ÇünküAllah’ınizniylegüzelsonuçve yeryüzünde temkin sizin içindir. Düşmanlarınız sizden düşüktür. Her yerde onlara saldırın. Yeri onların üzerine sarsın. Sabredin ve sebat edin! Allah azze ve celle sizinledir. Ey Müslümanlar! Bu mübarek bir vakit ve faziletli ve gündür. Ben dua edenim bana âmin deyin. Allah’ım! Senin yolunda cihad eden her yerdeki mücahidlere yardım et. Allah’ım! Kalplerini birbirine bağla. Ayaklarını sabit kıl. Güçlü bir zafer nasip et. Onlara apaçık bir fetih nasip et. Allah’ım! Bu ayı her yerde Müslümanlara fetih ayı kıl. Bu ayı her yerde kâfirlere hezimet, rezillik ve yenilgi ayı kıl. Allah’ım! Senin yolunda cihad edenlere harici diyerek kanlarını mubah görüp onlarla savaşanları sana havale ediyorum. Allah’ım! Onların birliklerini boz, cemaatlerini dağıt, onların bütün destekçilerini ayır. Allah’ım! Senin yolunda cihad eden mücahidlere harici fetvasını verip onları öldürtmek isteyen tüm fetva verenleri sana havale ediyorum. Allah’ım! Onlara hastalık ve bela musallat et. Onları insanlar için ibret ve bir delil kıl. Senden başka hak ilah yoktur. Sen noksan sıfatlardan uzaksın. Muhakkak ki bizler kendimize zulmedenleriz. Allah’ım! Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme, ehline, sahabesine ve tüm tabilerine salât ve selam olsun. Âlemlerin Rabbine hamd olsun.
- 15. BÜYÜK ŞİRKTE CEHALET MAZERET MİDİR?16 Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah’a olsun salât ve selam O’nun Resulüne, ehline, sahabesine ve ona tabi olanların üzerine olsun. Cehaletin mazeret olduğu şüphesi İbn-i Teymiyye dönemine kadar zahir olmamış ve bunun mazeret olmadığı üzerinde tartışılmadan kabul edilen bir hakikat olmuştu. Zaten bu şüpheyi ortaya atanlar İbn-i Teymiyye’den önceki âlimlerden kendilerine delil getirememektedirler. Bu bidat ehli, İbn-i Teymiyye’nin anlamadıkları sözlerini ve ondan sonra bu bidati devam ettiren âlimlerinden delil getirmektedirler. Bu şüphe, irca ehlinin sapıttığı konu ve en büyük imtihanları oldu ve olmaya da devam ediyor. Öyle oldu ki; bu irca ehli, müşrik ve mürtedlerin hatta tağutlarınbilecehaletlerinimazeretgörerekonları kardeşler edindiler. Allah’ın şeriatini kaldırıp kendi kanunlarını koyan tağutları veli edinerek bunları emir sahipleri ilan edip bunların etrafında toplanmaya başladılar. Bu tağut ve müşrikleri tekfir edip bunlarla savaşanları harici ilan ettiler ve bunları öldürmenin vacip olduğu fetvalarını verdiler. Öyle kötü bir hal aldılar ki; bu tağutların bayrakları altında Muvahhid ve Müslümanlarla savaşır oldular. Cahil Müslüman dediği tağutların bayrağı altında bunları mazeretli görmeyen muvahhidleri öldürmeye başladılar. Bu anlayış sayesinde tağutlar cahil Müslüman olurken, bunları mazeretli görmeyenler harici ilan edildiler. Bu konu asrımızın en büyük ve en önemli meselelerinden biri haline geldi. Nasıl olmasın ki; Müslümanların harici, tağutların emir sahipleri ilan edildiği bir anlayış, dinin tersine döndürüldüğü bir anlayıştır. Buna eğilmek ve bunu ilmi olarak reddetmek her ilim talebesine vaciptir. Büyük şirk ve zahir meselelerde cehaletin mazeret olduğunu iddia edenler Kur’an, sünnet ve icmaya aykırı bir görüş ortaya atmışlardır. Şeyh Abdullah bin Abdurrahman Ebu Batin şunları söyler: Küfür işleyenin tevil sahibi, müctehid, hatalı, taklitçi veya cahil olduğunu söyleyip bunların mazeretli olduğunu söylemek; Kur’an, sünnet ve icmaya terstir. (1) Bu konuda çok fazla ihtilafa girip buraya uygun olmayacak derecede sözü uzatmayı uygun görmediğimiz için İslam Devleti’nin bu konuda hem akidesini beyan etmek hem de konuyla alakalı delil aldığımız birkaç ayet, hadis ve ulema sözüne yer vererek bu konuya izah getirmeyi murat ettik. Daha fazla detay isteyenler konuyla alakalı ulemanın sözlerine veya bu konuda yazılmış olan eserlere bakabilirler. Bizim için kaynak, muayyen bir âlim olmadığı için bir âlimin fetvalarına takılıp kalmak bu işe çözüm üretmeyecektir. Belki ölçümüz Kur’an, sünnet ve icmadır. Bu kaynakları da selefimizin ve imamlarımızın fehmettiği gibi fehmederiz. Şeyh İshak bin Abdurrahman şöyle dedi: İslam dininde bilinmesi gereken zaruri meseleler ve dinin asıllarında kaynak; kitab, 1 - El-İntisar li hizbillah el-Muvahhidin fi Akide el-Muvahhidin, Sh.25
- 16. MAKALE 17 sünnet bir de ümmetin itibar ettiği sahabe icmasıdır. Kaynak hiçbir zaman muayyen bir âlim olamaz. (2) Bunlar senin yanında sabit olduktan sonra bu mürtedlerin tekfiri için Kur’an’ın başından sonuna kadar bak. Bu ayetlerin anlamları için imamların ve tefsircilerin sözlerine bak. Eğer münafıklardan biri seninle mücadele edip bu ayetlerin kâfirler hakkında indiğini iddia ederse ona şunu söyle: senden önce ilim ehlinin evvelinden ahirine kadar herhangi birisi bu ayet umum ifade etmez veya bu ayet Müslümanım dediği halde bunları yapanları kapsamaz diyen biri var mı? Senden önce bunu kim söyledi. (3) Şeyh Abdullah bin Abdurrahman Ebu Batin şöyle dedi: Önceki müşrikler hakkında inen ayetler onların yaptığını yapanları kapsamaz diyenin sözü büyük bir küfürdür. Bunu ancak cehalete batmış öküz birisinden başkası söylemez. Kuran ve sünnette zikredilen hadler geçmiş insanlar için olduğunu söylüyor mu? Bugün artık zina edenin olmayacağını, hırsızın elinin kesilmeyeceğini ve benzeri şeyleri söyler mi? Hatta bu sözler bahsedilmesi bile utanç verici sözlerdir. Namaz, zekât ve İslam şeriatinin diğer farzlarının tarihi bitti ve kuranın hükümleri iptal mi oldu? (4) Büyük şirkte cehaletin mazeret olmadığını ifade eden başlıca ayetler şunlardır. BİRİNCİ DELİL Eğer Allah’a ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir. (Tevbe 6) İbni Teymiyye -Allah O’na rahmet etsin- şöyle der: Şirk ismi peygamber gelmeden önce bile şirki işleyene sabit olur. Çünkü o rabbine şirk koşmakta ve başkasını onun yerine koymaktadır. (5) Bu ayeti kerimede Rabbimiz azze ve celle henüz Allah’ın kelamını işitmeyen birilerine bile içinde oldukları hali anlatarak, onların müşrik olduklarını bildirmektedir. Şirk işleyen birisine başka hangi isim verilebilir ki. Allah azze ve celle cahil olmalarını, onların müşrik olmalarına engel saymamıştır. Bilakis onları hem cahil hem de müşrik olarak vasıflandırmıştır. Zaten bütün müşrikler cahil değiller midir? Rabbini tanıyan biri ona şirk koşabilir mi? İKİNCİ DELİL Allah (cc) şöyle buyuruyor. “Yine bunun gibi, Allah’a ortak koşanların çoğuna, koştukları 1 - Hukmu Tekfir el-Muayyen fi Akide el-Muvahhidin, Sh.170-171. 2 - Ed-Durer es-Seniyye, Cilt 10, Sh.58. 3 - Ed-Durer es-Seniyye, Cilt 10, Sh.418. 4 - Mecmu el-Fetava, Cilt 20, Sh.38. İslam dininde bilinmesi gereken zaruri meseleler ve dinin asıllarında kaynak; kitab, sünnet bir de ümmetin itibar ettiği sahabe icmasıdır. Kaynak hiçbir zaman muayyen bir âlim olamaz. Şirkismipeygambergelmeden önce bile şirki işleyene sabit olur. Çünkü o rabbine şirk koşmakta ve başkasını onun yerine koymaktadır.
- 17. BÜYÜK ŞİRKTE CEHALET MAZERET MİDİR?18 ortaklar, çocuklarını öldürmelerini güzel gösterdi ki; onları helâke sürüklesinler ve dinlerini karıştırıp onları yanıltsınlar. Eğer Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. Artık sen onları uydurdukları ile baş başa bırak.” (En’am: 137) Allah azze celle ayette söz konusu olan kişileri, kendilerine risalet ulaşmaması ve fetret ehli olmalarına rağmen müşrikler olarak isimlendirmiştir. Ayrıca Allah azze ve cellenin “süslü gösterdi” ve “dinlerini aleyhlerine olacak şekilde bozup karmakarışık etmek için” sözleri; söz konusu kavmin işlemiş oldukları amelleri hak olarak gördüklerini ve şirk olmadığını zannettiklerini, ileri gelenlerinin ise onları saptırmak için şirki hak olarak gösterdiklerini ortaya koymaktadır. Buna rağmen Allah azze ve celle onların bu cehaletlerini mazeret olarak değerlendirmedi ve ortaya koydukları amellere göre onlara hükmetti. Yani onları müşrik olarak vasıflandırdı. ÜÇÜNCÜ DELİL “İlimsiz olarak sefihlikle (kız) çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine (helal olarak) rızık verdiği şeyleri Allah’a iftira ederek haram yapanlar, muhakkak ki ziyana uğradılar. Onlar gerçekten saptılar ve doğru yolu da bulacak değillerdir.” (En’am 140) Onların çocuklarını akılsız ve bilgisizce öldürdükleri halde Rabbimiz azze ve celle onları işlemiş oldukları suçta mazeretli saymamış bilakis sapık ve hidayeti bulamamış mücrimler olarak vasfetmiştir. Allah azze ve cellenin şu sözü de bu delile eklenebilir: “Onlar, ilmini kavrayamadıkları ve henüz yorumu da kendilerine bildirilmemiş olan şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böylece yalanlamışlardı. Zalimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak.” (Yunus: 39) Allah azze ve cellenin şu ayeti de bu şekildedir: “Nihayet (hesap yerine) geldikleri zaman Allah Teâlâ şöyle der; “Ayetlerimi, hiçbir bilgiyle kavramadığınız halde yalan mı saydınız? Yoksa ne idi o yaptığınız?” (Neml: 84) DÖRDÜNCÜ DELİL “Kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar küfürlerinden ayrılacak değillerdi. ”(Beyyine: 1) İşte bu Ayet-i Kerime, Rasulullah (s.a.s)’ın gönderilip Kur’an’ı insanlara açıklamasından önce, insanların küfür ve şirkle vasıflandırıldığını açık bir şekilde ispat etmektedir. Ayette geçen “münfekkiin” kelimesini Kurtubi şöyle açıklamıştır: “Yani küfürlerini bırakacak değillerdi.” (Kurtubi Tefsiri) İbni Teymiyye rh. şöyle der: İmam Beğavi tefsirinde şöyle der: “(Onlara apaçık bir delil gelinceye kadar) Küfürlerini ve şirklerini bırakacak değillerdir.” sözü gelecek kalıbındadır, manası ise geçmişi ifade etmektedir. Yani; ta ki onlara beyyine (apaçık deliller) gelinceye kadar. “Beyyine” yani “apaçık deliller”, Muhammed (a.s)’ dir. Onlara Kur’an’la gelmiş ve içinde bulundukları sapıklığı ve cehaleti açıklayıp onları imana davet etmiştir. Böylece Allah (c.c), rasulü vasıtasıyla onları cehalet ve sapıklıktan kurtarmıştır.” (6) Allah (c.c) bu ayette risalet hücceti gelmeden önce şirk işleyen Araplara ve küfür işleyen ehli kitaba kâfir ve müşrik hükmünü vermiştir. Yani bir kişi şirk işlerse müşrik olduğuna hüküm verilir. Bu hüküm zahire göre verilen bir hükümdür ve insanlar bu zahiri durumlarına göre dünyadan ayrılırlar. Tabi ki bu hüküm verilirken; kişinin ilmine, kendisine ilmin ulaşıp ulaşmadığına, inat edip etmediğine, cehaletine, taklidine, kendisine hüccet ikame edilip 6 - Mecmu el-Fetava, Cilt 16, Sh.483-486.
- 18. MAKALE 19 edilmediğine bakılmaksızın verilen bir hükümdür. Zira ister hüccet kendisine ikame edilsin ister edilmesin, ister cahil olsun ister olmasın, ister inat ederek yapsın, ister inat etmeyerek yapsın, kim şirk işlerse dünyada zahire göre müşrik hükmünü alır. BEŞİNCİ DELİL Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler. Yahut “Daha önce babalarımız Allah’a ortak koştu, biz de onlardan sonra gelen bir nesildik (onların izinden gittik). Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk edecek misin?” dememeniz için (böyle yaptık). (Araf 172-173) Bu ayetin tefsirinde İmam Kurtubi: “Tevhid konularında mukallide hiçbir özür yoktur” demektedir. (7) ALTINCI DELİL O, bir gurubu doğru yola iletti, bir guruba da sapıklık müstehak oldu. Çünkü onlar Allah’ı bırakıp şeytanları kendilerine dost edindiler. Böyle iken kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar. (Araf 30) İmam Beğavi bu ayetin tefsirinde : “kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar.” Bu ayeti kerime, kendisini Allah azze ve cellenin hak dininde olduğunu zan eden (cahil), (bilerek) inkâr eden veya inat eden arasında hiçbir fark olmadığına delildir. (8) İbn-i Cerir et-Taberi bu ayetin tefsirinde şunları söyler: KendilerinesapıklıkhakolmuşfırkanınAllah’ın yolundan sapmasının sebebi, Allah’ı bırakıp şeytanları dost ve yardımcı edinmeleri ve üzerinde bulundukları hatayı cahilane devam ettirmeleridir.Hattaonlarkendilerininhidayet ve hak üzere olduğunu, doğru olanın da kendi yaptıkları olduğunu zan ederler. Bu ayeti kerime, yapmış olduğu günahı bilerek veya Rabbine inatla yapmadığı müddetçe, işlemiş olduğu bir masiyetten veya sahip olduğu sapık akideden ötürü azap edilmez diye iddia edenlerin hata yaptıklarına dair en açık delildir. Eğer durum onların söylediği gibi olmuş olsaydı kendisini hidayette zan eden sapıklar ile gerçekten hidayette olanlar arasında fark olmayacaktı. Allah azze ve celle bu ayeti kerimede hem isimlerinin hem de hükümlerinin aynı olmadığını beyan etmiştir. (9) YEDİNCİ DELİL Onlara (müşriklere): Allah’ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız” dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler? (Bakara 170) Allah’ın ayette bahsettiği bu müşrikler babalarını taklid etmekle yetindiler ve peygamberlere iman etmekten yüz çevirdiler. Hâlbuki babaları insanların en cahilleri ve aynı zamanda en sapıklarıydı. 7 - Kurtubi tefsiri clt7 sf319 8 - Beğavi tefsiri clt2 sf188 9 - Taberi tefsiri clt12 sf388 Allah’ın Kanunları Dışında Kanun Çıkaran Türkiye’nin Tağut Milletvekilleri
- 19. BÜYÜK ŞİRKTE CEHALET MAZERET MİDİR?20 SEKİZİNCİ DELİL Yüzleri ateşte evirilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik! derler. Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yolda saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov. (Ahzab 66-67-68) İmam Taberi bu tefsirinde Katade’den rivayetle şunları söyler: “Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk” yani şer ve şirkte reislerimize tabi olduk. Yine İbn Zeyd’den rivayetle şunları söyler: “Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk” onları saptıran, ümmetin önderleriydi. (11) DOKUZUNCU DELİL Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. (Yusuf 40) İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde şunları söyler: “İnsanların çoğu bilmezler” işte bundan ötürü insanların çoğu müşriktir. Daha sonra o ikisine beyan etti ki onların taptıkları ve ilah olarak isimlendirdikleri şeyler ancak kendi cahilliklerinden kaynaklanmaktadır. (12) Yani cehalet, şirk işleyene mazeret olmadığı gibi bütün şirk, küfür ve münkerin de temel kaynağıdır. Allah subhanehu ve teala, insanları cahillikleri sebebiyle işlemiş oldukları şeylerden ötürü müşrik sayarken birileri hala bu müşrikleri işlemiş oldukları şirklerine rağmen suyun tersine gittiği gibi Kur’an’ın tersine giderek cahil müşrikleri mazeretli Müslüman saymaktadırlar. ONUNCU DELİL (Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı) rabler edindiler. Hâlbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu.O’ndanbaşkaİlahyoktur.O,bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır. (Tevbe 31) Şeyh Abdullah bin Abdurrahman Eba Batin bu ayetin tefsirinde şunları söyler: Onlar, yaptıkları eylemlerinin ibadet olduğunu bilmedikleri halde, Allah Subhanehu ve Teâlâ onları cahilliklerinden ötürü onları mazeretli saymamış bilakis onları kötüleyerek müşrik olarak isimlendirmiştir. (13) ONBİRİNCİ DELİL Eğer onlara, (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette, biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile O’nun âyetleriyle ve O’nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz? (Boşuna) özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir gurubu bağışlasak bile, bir guruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz. (Tevbe 65-66) Şeyh Süleyman bin Abdullah bu ayetin tefsirinde şunları söyler: 10 - Taberi Tefsiri, Cilt 20, Sh.331. 11 - İbni Kesir Tefsiri, Cilt 4, Sh.390. 12 - Ed-Durer es-Seniyye, Cilt 10, Sh.193. Cehalet Mazeret Olmuş Olsaydı Cahil Hristiyan Rahiplerin de mazur olması gerekirdi.
- 20. MAKALE 21 Bir adam bir küfür ameli işler ve onun küfür ameli olduğunu bilmezse bile bundan dolayı mazeretli sayılmaz bilakis bunu işlediği için tekfir edilir. (14) ONİKİNCİ DELİL “De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir. (Kehf 103-104) İbni Munde (395 h. vft) Tevhid kitabında şunları söyler: Allah azze ve cellenin marifetinde ve vahdaniyetinde hata eden müçtehit, inatçı gibidir. Allah azze ve celle onların sapıklığını ve inadını şu ayeti kerimede beyan etmektedir. “De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar;) iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir. (Kehf 103-104) ONÜÇÜNCÜ DELİL Enes r.a’dan rivayet edildiğine göre bir adam Peygamber efendimizin yanına gelerek; - “Benim babam nerededir? Diye sordu. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: -“Ateştedir.” Adam dönüp gidince onu geri çağırıp şöyle dedi: -“Benim babam da senin baban da ateştedir. (15) Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin babası cahiliye dönemi insanlarındandı. O döneme cahiliye dönemi denilmesinin sebebi de cehaletin çokluğundandır. Buna rağmen peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, onları cahil oldukları halde mazeretli saymamış bilakis ateşte olduklarıyla hükmetmiştir. Bununla birlikte selef, kendilerine hüccet ikame edilmeden önce de onların müşrik ve kâfir olduklarında, Müslüman olmadıklarında ittifak etmiştir. Fakat kendilerine hüccet ikame edilinceye ve Resul gönderilinceye kadar işlemiş oldukları küfür ve şirk sebebiyle azaba uğratılıp uğratılmayacakları konusunda selef âlimleri ihtilaf etmiştir. İshak bin Abdurrahman şöyle der: Kendilerine peygamber ve Kur’an ulaşmamış ve cahiliyede ölmüş fetret ehli, icmaa ile Müslüman olarak isimlendirilmez ve onlara mağfiret dilenmez. İlim ehli ancak onların ahirette azap görüp görmeyeceğinde ihtilaf etmişlerdir. (16) ULEMADAN BAZI NAKİLLER Abdullah Ebu Batin şunları söyler: Yahudi ve Hıristiyanları tekfir etmeyen veya küfürlerinde şüphe duyanların tekfir edileceğinde Müslümanlar icmaa etmişlerdir. Ve biz kesinlikle biliyoruz ki onların (yahudi ve hıristiyanların) çoğu cahildir. (17) Şeyh Abdulvehhab Allah ona rahmet etsin şöyle der: İslam’a yeni girmiş, İslami toplumdan uzak bir beldede yaşamış veya sarf ve atf gibi dinin gizli konularından cahil olup hüccet ikame edilmemiş olanlara anlatılmadan tekfir edilmezler. Lakin Allah subhanehu ve tealanın kitabında açıklamış ve hüküm beyan etmiş olduğu dinin asıllarında hüccet Kur’an’dır. Kime Kur’an ulaşmışsa ona hüccet ulaşmıştır. Fakat asıl sorun, sizler hücceti ikame etmek ile hücceti fehm etmek arasını ayıramıyorsunuz. Müslüman münafıklarının ve kâfirlerin çoğunluğu onlara hüccet ikame edildiği halde hücceti anlamamışlardır. Allah azze ve cellenin dediği gibi: “Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut akledeceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, 13 - Teysir el-Aziz el-Hamid Şerh Kitab et-Tevhid, Sh.639. 14 - Müslim, Hadis No:347. 15 - Hükmi tekfir el-Muayyen fi akideti el-Muvahhidin, Sh.171. 16 - El-İntisar li Hizbillah el-Muvahhidin fi Akideti el-Muvahhidin, Sh.23.
- 21. BÜYÜK ŞİRKTE CEHALET MAZERET MİDİR?22 hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (Furkan 44) hücceti ikame etmek ayrı bir şey, hüccetin onlara ulaşması ayrı bir şey, hüccet ikame edildiği halde onu anlamaları ayrı bir şey ve anlamadıkları halde hüccet onlara ulaştıktan sonra küfretmeleri ayrı bir şeydir. (18) Kendisine davet ulaşmamış olan kişilerin Allah hakkındaki cehaletinin küfür sayılacağı konusunda Mervezi (v. 294), “Ta’zimu Kadr’is Salât” adlı eserinde hadis ehlinden bir cemaatin şöyle dediğini nakletmektedir: “Allah’a dair ilim, iman; O’nun hakkındaki cehalet ise küfürdür.” Bunun gibi farzlarla amel etmek, imandır; ancak bunlar; farz kılınışlarından önceki cehalet küfür değildir ve bunları nazil olduklarından sonra da bunları yerine getirememek de küfür değildir. Çünkü Resulullah’ın (s.a.v) ashabı, Allah, elçisini onlara ilk gönderdiği sırada Allah’a imanlarını ikrar ettiler. Lakin bundan sonra kendilerine farz kılınan bazı hususlarla amel etmediler. Ve bu farzlara dair cehaletleri de, küfür olmadı. Akabinde Allah (c.c) onlara farzları indirdi. İşte bu farzları ikrar etmeleri ve onları yerine getirmeleri iman oldu. Onu inkâr eden ise Allah’ın haberini yalanladığı için, kâfir olur. Şayet Allah’tan bir haber gelmemiş olsaydı sırf buna dair cehaleti sebebiyle hiç kimse kâfir olmazdı. Bu bağlamda haberin gelişinden sonra Müslümanlardan bunu duymayan olursa bu cehaleti sebebiyle gene kâfir olmamaktadır. Ne var ki Allah’a dair bilgisizlik (cehalet) her halükarda küfürdür. Bu, ister haberin gelişinden önce olsun ister sonra.” (19) İbn Kayyım rh. bu konuda şöyle söylemektedir; Allame İbn Kayyım, Tarik’ul Hicreteyn adlı eserinde mükelleflerin ahiretteki tabakalarını anlattığı yerde 17. Tabakayı şu şekilde izah etmektedir: On yedinci Tabaka: “Bu tabaka, Mukallitler, cahil kâfirler, tabiileri ve onlara tabi olup onlarla beraber hareket eden eşeklerinden oluşur. Bunlar şöyle derler: ”biz babalarımızı bir din üzere bulduk ve bizde onların izinden gidenleriz”. Fakat bununla beraber bunlar Müslümanları kendi hallerine bırakmış ve onlara savaş açmamışlardır. Örneğin Müslümanlara karşı savaşanların kadınları, hizmetçileri ve onların yaptığı gibi Allah’ın nurunu söndürmeye, dini yıkmaya ve kelimesini kökünden söküp atmaya çalışmayan tabileri gibi. Bilakis bunlar hayvan mesabesindedirler. Muhakkak ki İslam ümmeti, bunların, kendi lider ve önderlerini taklit eden cahiller olsalar dahi kâfir oldukları hususunda ittifak etmiştir. Ancak bidat ehli olan birbirinden şöyle bir görüş hikâye edilmiştir: ”Bunların ateşe gireceklerine hükmedilemez.” Diyerek bunları, davetin ulaşmadığı kimseler konumuna sokmuştur. (Burada bahsedilen bidatçı, Mutezile’nin imamlarından Cahız’dır.) Şüphesiz ki, bu görüş, sahabe, tabiin ve onlardan sonra gelmiş olan Müslümanların imamlarından hiç kimsenin söylemediği bir görüştür. Ancak bu, İslam’a sonradan bidat çıkaran kelam ehlinden bazılarının görüşüdür. İslam: Allah ’ı birlemek, sadece O’na ibadet etmek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, Allah’a 17 - Risaletu tekfiri el-Muayyeni fi akideti el-Muvahhidin, Sh.175. 18 - Mervezi, Tazim’u Kadr’is Salat, 2/520.
- 22. MAKALE 23 düzenler (kurup) bizim Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı bize emrediyordunuz” dediler. Azabı gördüklerinde pişmanlıklarını saklarlar; biz de inkâr edenlerin boyunlarına halkalar geçirdik. Onlar, yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı? (Sebe 31-32-33) (20) İmam Ebu Hanife rh. Şöyle demektedir: Tevhid ilminin inceliklerinden bir mesele kişi için içinden çıkılmaz bir hal alırsa, ona düşen bir âlim bulup da ona soruncaya dek Allah katında doğru olan neyse ona inanmasıdır. (Yani ya Rabbi, senin katında doğru neyse ben ona inanıyorum demesidir.) Bu konunun araştırmasında geciktirme yapması caiz değildir. Eğer bu hususta duraksarsa yani sonra araştırırım derse mazur olmaz ve kâfir olur. ”(21) İmam Karrafi rh. şöyle diyor: “Bilmelisin ki cehalet iki kısımdır. Bil ki; Şeriat sahibi bir kısım cehaletlerde müsamahakâr davranıp işleyeni affetmişken bir 19 - Tarikul Hicreteyn (İki Hicret Yolu), 17.Tabaka. Sh.411. 20 - Fıkhul Ekber, Sh.70. ve Resulü’ne iman etmek, Resulün getirdiklerinde ona tabi olmaktır. Kul bunu yapmadığı sürece Müslüman olamaz. Eğer inatçı bir kâfir değilse de, cahil bir kâfirdir. Netice olarak bu tabaka ehli, inatçı olmayan cahil kâfirdirler. Şüphesiz ki bunların inatçı olmamaları, kâfir olmaktan onları kurtarmaz. Çünkü kâfir, Allah’ın birliğini inkâr eden ve Resulü yalanlayan kimselerdir. Bu bazen inatçı olmaktan kaynaklanır, bazen de cehaletten ve inat ehlini taklit etmekten kaynaklanır. İşte ikinci kısımdakiler, her ne kadar inatçı olmasalar da inatçı olanlara tabi olmuşlardır. Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde Allah ’u Teâlâ, kendi geçmiş ataları olan kâfirleri taklit edenlerin azap edileceklerini, tabi olanların tabi oldukları kimseler ile beraber cehennemde olacaklarını ve orada tartışacaklarını haber vermektedir. Tabi olanlar şöyle diyecekler: ”…Ey Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı, onlara ateşten bir kat daha azap ver. (Allah) buyurur ki: ”Her biri için bir kat (azap) vardır. Fakat siz bilmezsiniz.” (Araf 38) Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara, “Biz size uymuş kimselerdik. Şimdi şu ateşin bir kısmını üzerimizden kaldırabilir misiniz?” derler. Büyüklük taslayanlar ise şöyle derler: “Biz hepimiz ateşin içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında (böyle) hüküm vermiştir.” (Mü’min 47-48) İnkâr edenler dedi ki: “Biz kesin olarak, ne bu Kur’an’a inanırız, ne ondan önceki (indirile)ne.” Sen o zulmedenleri, Rableri huzurunda tutuklanmış olarak görsen; sözü (suçlamaları) birbirlerine karşı evirip çevirir (birbirlerine yöneltirler). Müstaz’aflar, büyüklük taslayanlara derler ki: “Eğer sizler olmasaydınız, gerçekten bizler mü’min (kimse)ler olurduk. Büyüklük taslayanlar, müstazaflara dediler ki: “Size hidayet geldikten sonra, sizi biz mi ondan alıkoyduk? Hayır, siz (zaten) suçlu, günahkârlardınız. müstazaflar da büyüklük taslayanlara: “Hayır, siz gece ve gündüz hileli
- 23. BÜYÜK ŞİRKTE CEHALET MAZERET MİDİR?24 kısım cehaletlerde ise işleyeni affetmemiştir. Affedilen cehaletin kuralı, genellikle sakınılması çok zor olan cehaletlerdir. ...Sakınılması zor ve meşakkatli olamayan cehaletler ise affedilmemiştir. Şeriat sahibi, dinin asıllarının itikatla ilgili meselelerinde çok şiddetli davranmıştır. Şöyle ki, Eğer bir insan çaba harcayıp tüm gücünü ortaya koyduğu halde, Allah’ın sıfatlarından bir sıfatta veya dinin asıllarından olup itikat edilmesi vacip olan bir meselede, cehaletini kaldıramazsa, iman edilmesi gereken bu itikadı terk etmesiyle, -meşhur görüşe göre- ateşte ebedi kalacak olan günahkâr bir kâfirdir. (22) Kadı İyad ise şöyle demiştir ; “Küfürde hiç kimse cehaletle mazeretli değildir.” (23) Cehaletin mazeret olduğunu söylemek şunları gerektirir: 1 - Yahudi ve Hıristiyanların avamının cehaletlerinden ötürü mazeretli olması gerekir ki bunların küfrü Kur’an’la sabittir inkâr eden kâfir olur. 2 - Allah’ı, rububiyyetini, uluhiyyetini, isim sıfatlarını, Peygamber efendimizi, Kur’an’ı veya dinin en temel prensiplerinden birini bilmeyen ve bilmediği içinde inkâr eden birisinin mazeretli olması gerekir. 3 - Budistlerin, hinduların, komünistlerin, ateistlerin, laiklerin, demokratların ve İslam’la yakından uzaktan alakası olmayan cahillerin mazeretli olması gerekir. 4 - Kendisine Müslüman dediği halde dini bilmediği için şirk ve küfür işleyenlerin mazeretli olması gerekir. Yani özetle islam dinine girmiş tevhidi kavramış insanlar hatalarından ötürü cehenneme girerken, İslam’la hiç alakası olmayanların, dinden yüz çeviren mürtedlerin, müşrik ve asli kâfirler cahil olduğu için cennete girecekler. Yani dinini öğrenen cehenneme, öğrenmeyen cennete gidecek. Bunun batıllığı hem akli hem de nakli olarak sabittir. Sözün fazlası aptallar içindir. Zeki olana bu kadar nakil yeterlidir. İmam Şafi rh. ne de güzel söylemiştir; “Eğer cahil cehaletinden dolayı mazur olsaydı, cehalet ilimden hayırlı olurdu.” (24) Bütün bu nakillerden anlamaktayız ki dinin asıllarından olan ve dinde bilinmesi gereken zorunlu konular da bilgisizlik mazeret olmamaktadır. Özet olarak cehalet konusunda İslam âlimlerin söylemiş oldukları şudur; Büyük küfür veya büyük şirk işleyen hiçbir şekilde hiçbir kimse bilgisizliğinden ötürü mazeretli değildir. İşlemiş olduğu suça göre ismini alır. Allah’ın dışında birilerine kurban kesen, kabir veya evliyalardan yardım dileyenler, kanun koyup teşride bulunanlar gibi. Bunar cahil, te’vilci veya hatalı olsalar bile Şirk işlemiş ise müşrik, küfür işlemiş ise kâfir ismini alırlar. İslam Devleti, demokratları, laikleri, oy kullananları, teşride bulunanları, Allah’ın dışında kabirlere, salih zan edilen insanlara veya herhangi birilerine dua edenleri, kabirlere kurban kesenleri cehaletlerinden ötürü mazeretli görmemektedir. İslam Devleti’nin büyük şirk işledikleri halde cehaletlerinden ötürü gerek Irak ve Şam’da gerekse diğer mıntıkalardaki insanları tekfir etmediği ile ilgili iddialar iftiradır. İslam Devleti büyük şirke bulaşmış her kesimi tekfir etmektedir. İster cahil olsun ister olmasın. İster Irak ve Şam’da olsun ister Türkiye’de olsun fark etmez. 21 - Risaletu tekfiri el-Muayyeni fi akideti el-Muvahhidin, Sh.175. 22 - Mervezi, Tazim’u Kadr’is Salat, 2/520.
- 24. KITAL CİHADINDA YER ALMAYAN BU FARZI TERK ETMİŞTİR26 Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a olsun, Salât ve selam mücahidlerin önderine, ehline sahabesine ve tabilerine olsun. Günümüzde İslam dininin saptırılmasının ve doğru anlaşılamamasının en temel nedenlerinden biri dinimizin kavramlarının içinin yanlış doldurulmasıdır. Öyle ki bazı kavramlar kendi mefhumundan uzaklaştırılıp tam tersi anlamlar yüklenmiştir. Örneğin Allah yolunda savaşıp onun kelimesi en yüce olması için verilen savaşa cihad denilmesi gerekirken, tağutların yolunda savaşan ve İslam dinini hiçbir şekilde kabul etmeyen ateistlerin mücadelesine bile kullanılır hale gelmiştir. Asrımızda çarpıtılan kavramlardan biriside cihad kavramıdır. Bu kavramı gerek müşrik ve kâfirler gerekse Müslüman muvahhidler asıl manasını saptırmış ve hevalarının istediği gibi bir anlam yüklemişlerdir. Müşriklerden çok muvahhidlerin bu kavramı nasıl saptırdıkları ve bunun İslam’daki yerine değinmeye gayret edeceğiz. Cihâd: ‘Cehd’ kökünden türeyen bir kelimedir. Cehd, gayret etmek, zorluklara karşı çaba göstermek, çalışmak gibi anlamlara gelir. ‘cihad’ veya ‘mücâhede’ sözlükte, düşmanın saldırısına karşı koymak üzere elinden geleni yapmak,
- 25. MAKALE 27 bütün gayreti harcamak demektir. Kuranı kerimde cihad ile kıtal kelimeleri de kullanılmaktadır. Cihad ile kıtal aynı anlama gelmemektedir. Kıtal yani savaş, salt askeri harekât olup güce dayanır. ‘Cihad’ ise askeri operasyon da dâhil İlâhi hedefler uğruna gösterilen bütün çabaları içerisine alır. Bu demektir ki cihad; kutsal bir gaye uğruna ortaya konulan her türlü fikri, fiili ve kalbi çalışmanın ortak adıdır. Genelde cihad derken akla gelen kıtal ise de; cihad, kıtal kavramını da içine alan ve bu kavramdan daha geniş bir kavramdır. Cihad Allah’ın rızasına ulaşmak, küfrü ve şirki yeryüzünden kaldırmak, zalim ve despotların hükümranlığına son vermek için yapılan tüm gayretleri kapsar. Allah azze ve celle bize cihadı umumen farz kıldığı gibi onun kapsamında değerlendirilen cihadın hususi kısımlarını da bize farz kılmıştır. Allah azze ve celle şirkin, küfrün ve zulmün yeryüzünden kaldırılıp tevhid ve adaletin yeryüzüne hâkim olması için Müslümanlara kıtal cihadını farz kılmıştır. Hoşunuza gitmediği halde savaş (Kıtal) size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara 216) Tağutlar kendi koltuk ve makamlarını davetçinin davetiyle terk etmezler. Onlar bu makamlarını kolay elde etmediler ve davetçinin iki çift lafıyla da terk edecek değillerdir. Bundan ötürü Allah azze ve celle onlara karşı kıtal cihadını farz kılmıştır. Rabbimiz azze ve celle onların ve şirklerinin kökünü kazıyana kadar onlarla savaşı bize farz kılmaktadır. Fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer (küfürden) vazgeçerlerse, şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını hakkıyla görendir. (Enfal 39) Bununla beraber kıtal cihadını farz kıldığı gibi davet cihadını da bize farz kılmıştır. Münafıklara ve kâfirlerin beyin takımlarına Kur’an, hüccet ve ilimle mücadele edilmesini bize emretmiştir. Hilafet Askerleri
- 26. KITAL CİHADINDA YER ALMAYAN BU FARZI TERK ETMİŞTİR28 Öyle ise kâfirlere itaat etme, onlara karşı bununla ( Kur’an’la) büyük bir cihadla cihad et. (Furkan 52) Mekke’de inen bu surede geçen cihad kelimesi, kıtal savaşının farz olmadığı bir dönemde inmiştir. Cumhura göre buradaki cihattan kasıt Kur’an’la kâfirlere karşı mücadele etmektir. Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir varış yeridir orası! (Tevbe 73) İbn-i Abbas r.a şöyle dedi: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem kâfirlerle kılıçla savaşmakla, Münafıklara ise dil ile ve onlara katı davranmakla emrolundu. (1) Cihadın Allah yolunda verilen her türlü mücadele olduğu ve bunun kısımlara ayrıldığı kısmında herhangi bir ihtilaf ve saptırma yoktur. Fakat şeytanın Muvahhidleri kandırdığı asıl husus onları cihadın bir kısmına daldırıp diğerlerinden alıkoymasıdır. Ayakların kaydığı ve nefislerin şeytana teslim olduğu asıl nokta burasıdır. Şeytan nefislere sağdan yaklaşarak sen de cihad ediyorsun bak davet ediyorsun, sen de mücahidsin bak cemaate para yardımında bulunuyorsun, sen de mücahidsin bak nefsini ıslah etmekle uğraşıyorsun, sen de mücahidsin bak ilim talep ediyorsun diyerek nefisleri cihadın bir kısmına hapsedip diğerlerinde onları alıkoymaktadır. Evet, sırf Allah rızası için davet eden, para yardımı yapan, nefsini ıslah etmeye çalışan ve ilim talep edende mücahidtir ama unutulmaması gereken şu ki cihad sadece bunlar değildir. Bunlar yapıldığında cihad farzı tüm çeşidiyle eda edilmiş ve bu farz yerine getirilmiş olunmuyor. Bilakis davet eden davet ettiği gibi varsa parasını da infak etmek zorundadır. İlim talep eden ilim talep ettiği gibi davet etmek de zorundadır. Bütün bunları yapsa dahi kıtal cihadını terk etmek zorunda değildir. Gücü yettiği halde bunlardan hangisini ihmal ederse günahkâr olur. Kıtal saflarında yerini alıp bu görevlerden herhangi birisiyle görevlendirilenler bundan müstesnadır. Bu tıpkı savaşta komutanın askerlerini dilediği gibi görevlendirmesi gibidir. Kıtal saflarında yerini aldıktan sonra komutanı onu hangi görevle görevlendirirse ona itaat etmek ve onu yapmak zorundadır. Kıtal saflarında mücahidlere veya yeni İslam’a kazandırılmak istenenlere davetle görevlendirilse bile hem kıtal cihadını hem de davet cihadını yerine getirmiş bu iki farzı da eda etmiş olur. Bugün bazı muvahhitler küfür beldelerinde müşriklerin içerisinde dolaşıp biz davet ediyoruz diyip kıtal savaşından geri duruyorlar. Bilsinler ki kıtal savaşını terk eden günahkârdır. Davet etse de cemaatine para yardımında bulunsa da kıtal savaşında katılmadığı sürece bu farzı yerine getirmemiş bir günahkârdır. 1 - Kurtubi Tefsiri, Cilt 8, Sh.204. Davetçi Mücahid Savaşçı Mücahid
- 27. MAKALE 29 Sahabeleri görmüyor muyuz? Ömer’e r.a. bakın malını verdi diye savaştan mı geri durdu? Ebubekir r.a. davet etti diye savaştan mı vazgeçti. Osman r.a. malını verdi diye savaşı mı terk etti? Bilakis Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabesi hem davetçiydiler, hem mallarını infak eden hem de savaşa bizzat iştirak edendiler. Biri yapıp diğerinden geri durmadılar. Abdurahman bin avf, Osman, Ebubekir r.anhum ben malımı verdim savaşı da siz yapın demediler. Musab bin Umeyr r.a. daveti yapınca savaşı diğerleri yapsın demedi. (Ey Muhammed!) Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun! Mü’minleri de savaşa teşvik et. Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar. Allah’ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddetlidir. (Nisa 84) En büyük davetçi ve en çok malını Allah yolunda infak eden Allah’ın Resulü olmasına rağmen Allah azze ve cellenin Peygambere olan hitabına bak. “(Ey Muhammed!) Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun!” Allah azze ve celle ey resul sen savaşa gitme sahabelerin gitsin sen otur, sen davetle meşgul ol, sana ilim verildi, senin savaşa çıkman caiz değildir demedi. Bilakis “(Ey Muhammed!) Artık Allah yolunda savaş!” bizzat peygamberinşahsınıhedefalarakonaemrediyor. Dinde iki kelime öğrenince kendi kendisini davetçi ilan eden veya cemaatine iki kuruş infak edip kıtal savaşını terk edenler; sizin örneğiniz Allah Resulü ve sahabesidir. Bakın onların hayatlarına onlar hiç sizin gibi bir şey dedi mi? Onlar hiç sizin yaptığınızı yaptı mı? Kendi hayatınıza bakın Allah Resulü’nün hayatına bakın. Allah resulü ve sahabesinin hayatından ne kadarda uzak bir hayat içerisinde olduğunuzu göreceksiniz. Andolsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz. (Muhammed 31) Belki bazıları kendilerini şu Ayet-i Kerime’yi delil getirebilir. Mü’minlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar. (Tevbe 122) Allah için onlara şunu soruyorum. Elinizi vicdanınıza koyun ve Ayet-i Kerime’nin anlamını saptırmadan bir kez daha okuyun. Allah azze ve celle Ayet-i Kerime’de savaştan dönenleri uyarırsınız diyor. Siz nerde savaşçılara nasihat etmek nerde. Kiminiz hayatınızda savaşan bir mücahidi görmemiş bile. Sahabeler Hem Mallarını İnfak Ettiler Hem de Allah Yolunda Cihad Ettiler.
- 28. KITAL CİHADINDA YER ALMAYAN BU FARZI TERK ETMİŞTİR30 Görenleriniz kendilerine zarar gelmesin diye görüşmeyi kesip ondan uzak durmaktadır. Bana bir daha selam bile verme deyip bütün ilişkilerini kesmektedir. Ayrıca bu ayet, cihad farzı kifaye yani talep cihadı olduğunda geçerlidir. Günümüzde olduğu gibi cihad farzı ayn olduğunda hiç kimsenin bundan geri durması caiz değildir. İmam Kurtubi bu ayetin tefsirinde şunları söyler: Bu, cihad farzı ayn olmadığı, farzı kifaye olduğu zaman ki durum içindir. (2) De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, Peygamberi’nden ve O’nun yolunda cihaddan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” (Tevbe 24) İslam Devleti kurulduktan sonra küfür beldelerinde durup insanları hakka davet ettiğini zan edenler Resulullah ve sahabesinin davet yolunu ve bu konudaki sünneti terk etmiş davette yeni bidat çıkarmışlardır. İslam Devleti kurulduktan sonra Allah’ın Resulü hangi sahabeyi şirk ve küfür diyarında kalıp davet etmesi için gönderdi. Resulullah’ın halifeleri İslam Devleti kurulduktan sonra hangi arkadaşını küfür diyarında kalıp davet etmelerini emretti. Bilakis İslam Devleti kurulduktan sonra Resulullah ve sahabesinin sünneti kıtal cihadı olmuştur. Ülkeler fethedildikten sonra davetçiler halka dini anlatmışlardır. İlk İslam Devleti kurulduğunda bugünkü İslam Devleti’yle sayı, toprak parçası ve güç olarak kıyaslanmayacak kadar zayıftı. Ama Resulullah hiçbir zaman hiçbir sahabesini hiçbir küfür diyarına davetçi olarak gönderip git oralarda halka davet et cemaat kur yavaş yavaş tevhid akidesini yay dememiştir. Bilakis savaşmış fethetmiş ve daha sonra oraları kontrol altına aldıktan sonra kendisi ve sahabesi halka davet edip onların Müslüman olmalarını sağlamışlardır. Şirkin yeryüzünden kazınması ve tevhidin dünyaya hâkim kılınması davetle olmamıştır ve olmayacaktır. Davet cihadı devlet kurulana kadardır. Daha sonra savaşla yerler fethedilir daha sonra halka davet yapılır. Tevhidin yayılması asıl itibariyle savaşlarla olmuştur. Bugün İslam Devleti’ne hicret etmeyip küfür diyarlarında oturup kendilerine davetçi diyenler, öncelikle Resulullah ve sahabesinin sünnetini terk ettiklerini ve kıtal cihadından geri durdukları için bu anlamda hem bidatçı hem de günahkâr olduklarını bilmeleri gerekir. 2 - Kurtubi Tefsiri, Cilt 8, Sh.293.
- 29. MAKALE 31 Resulullah’ın davet menhecini terk etmiş bir bidatçı, kıtal cihadını terk etmiş bir günahkârdırlar. Sizin yapmış olduğunuz bu davranışlarınız kâfirlerin menhecidir. Kâfirlerin menhecini takip edenler hiçbir zaman zilletten kurtulamamış ve başarıya ulaşamamıştır. Kıtal cihadını terk edip davetle bu işi becerebileceklerini zan edenlerin süreç içerisinde dinden çıktıklarını, müşrik hatta tağut olduklarını ve zillet içerisinde öldürüldükleri veya hapsedildikleri halde hiçbir tepki vermediklerine şahit olmaktayız. Resulullah ve sahabesi kıtal cihadını terk edip sizin takip etmiş olduğunuz metodu takip etmiş olsaydı hiçbir zaman o kadar toprak fethetmez ve o kadar güç sahibi olamazdı. Ve o kadar insanın hidayetine de vesile olamazdı. Evet, kardeşlerim, İman ettikten sonra sizin küfür diyarında kalmanız caiz değildir. Şeytan sizi oralarda davet ve cihad ettiğinizle sizi kandırmasın. İslam Devleti kurulduktan sonra Mü’minlerin hala da tağutların ülkesinde kalıp davet etmekle uğraşmaları sünnette uygun değildir. Kıtal cihadını terk edip nefisleriniz sizi aldatmasın. İman ettikten sonra hicret edip kıtal saflarında yerinizi almanın vakti geldi artık. İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Bakara 218) Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Al-i İmran 142) Allah azze ve cellenin bu ayetlerinin muhatabı olmak hoşunuza gitmiyor mu? Bu nimetleri istemiyor musunuz? Rableri, onlara şu karşılığı verdi: “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelinizayietmeyeceğim.Sizlerbirbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerin de andolsun, günahlarını elbette örteceğim. Allah katından bir mükâfat olmak üzere, onları içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Mükâfatın en güzeli Allah katındadır.” (Al-i İmran 195) İslam Devleti’ne Hicret Edip Allah Yolunda Cihad Eden Türk Mücahidler
- 30. MAKALE 33 Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam onun resulüne, ehline, sahabesine ve onları dost edinenlerin üzerine olsun. Şüphesiz ki istişhadi operasyonlar günümüz şekliyle daha önce bilinmeyen yeni bir durumdur. Lakin şeriatın naslarının zahirlerinde donup kalmadan bunları düşününce bugünkü şekliyle istişhad ameliyeleri eski âlimlerimiz tarafından bilinmiyor olsa bile fakat bu amelin hakikati ve manası o gün de bilinmekteydi. Onların günümüzdeki bu ameliyeleri bilmemelerinin sebebi bu amelin yeni bir amel oluşu değil, bilakis günümüzdeki teknoloji, patlayıcı, silah ve tekniklerin o günde olmadığındandır. Bu nispi farklılıktan ötürü bizde bu olayın hakikatini ve bu olayın Kur’an, sünnet ve ilim ehlinin izahları ışığında açıklamaya gayret edeceğiz. Şeriat aynı olan örneklerin hükümlerini eşitler, ayrı olanların hükümlerini ayırır ve benzer olanlarını benzediği hususlarda birbirine bağlar. İbn-i Teymiyye –Allah ona rahmet etsin- şöyle demektedir: Allah subhanehu ve teala muhtelif olan olayların hükümlerini ayrı tutar, eşit olan olayların hükümlerini bir tutar. Bir şeyde yaratılış ve hükmetme konusunda aynısının hükmüyle hükmeder. Aynı olan iki şeyin hükümlerini ayırmaz. Aynı olmayan iki şeyin hükümlerini de eşitlemez. (1) İbn-i Kayyım -Allah ona rahmet etsin- şeriatte hile ve kandırma yapanları şu şekilde zikretmektedir: Onlar her açıdan aynı olan fakat görünürde, isimde veya onlara ulaşma yolunda farklı olan iki şeyin hükümlerini ayırırlar. Haram saydıkları şeyden fesat olarak daha kötü olan bir hususu hile ile helal sayarlar. Vacip saydıkları şeyden daha büyük bir vacibi hile ile vaciplikten düşürürler. (2) Buna binaen şeriatin zahirinin kararlaştırdığı bazı meseleler, görünürde bütünüyle istişhad ameliyeleriyle eşit olmasalar bile mana ve hakikat olarak eşittirler. Bir Müslümanın çok sayıdaki kâfirlerin içine, helak olacağını bildiği halde tek başına onlara saldırmasının caizliği: İmam Buhari -Allah ona rahmet etsin- Cihad kitabında Enes’den r.a. rivayetle şunları rivayet etmektedir: Enes ibn Mâlik r.a. şöyle demiştir: “Amcam Enes ibn-u Nadr, Bedir harbinden uzakta bulunmuştu. Bunun için O: 1 - Mecmu el-Fetava, Cilt 13, Sh.19. 2 - İ’lam el-Muvakkiin, Cilt 3, Sh.206. Beyci Şehrinde Rafizilere İstişhadi Operasyon Gerçeleştiren Ebuzer El-Turki (Allah Şehadetini Kabul Etsin) İstişhad Anı
- 31. İSTİŞHADİ OPERASYONLARIN CAİZLİĞİ VE FAZİLETİ34 — Ya Rasulallah! Müşriklerle yaptığın ilk muharebeden uzakta bulundum. Yemin olsun, eğer Allah beni müşrikler harbinde hazır bulundurursa ne yapacağımı Allah muhakkak insanlara gösterecektir! demişti. Uhud günü gelip de Müslümanların cephesi açılınca Enes ibn-u Nadr: — Allah’ım! Ben Sen’den şunların (yani sahabelerin) yaptıkları bozulma ve kaçma suçundan dolayı özür ve bahanelerinin kabulünü isterim. Şunların (yani müşriklerin) Peygamber’e karşı yaptıkları harpten ve cinayetten de Sana sığınırım, dedi. Sonra (müşriklere doğru) ilerledi. Bu sırada Enes ibnu’n-Nadr’a Sa’d ibn-u Muâz rast geldi. Enes ibnu’n-Nadr ona: — Ya Sa’d ibn-u Muaz! Ben cennet istiyorum. Ve Nadr’ın Rabbine yemin ederim ki, ben cennetin kokusunu Uhud’un berisinden hissedip buluyorum! dedi. Sa’d ibn Muaz, Resulullah’a: — Ya Rasulallah! Ben İbnu’n-Nadr’ın düşmanlara karşı yaptığı harika kahramanlıkları anlatmaya muktedir değilim, dedi. Enes ibn Malik (Sa’d ibn Muaz’ı te’yid ederek) şöyle demiştir: Biz Enes ibnu’n-Nadr’ı şehid edilmiş halde bulduğumuzda, onun bedeninde kılıç darbesi yahut mızrak dürtmesi veya ok saplanması olarak seksenden fazla yara bulduk. Müşrikler bu mücahidin burnunu, kulaklarını ve diğer bazı uzuvlarını kesmek ve gözlerini oymak suretiyle müsle, yani işkence etmişlerdi. Bu sebeple onu hiçbir kimse tanıyamadı da ancak kız kardeşi (halam) onu parmaklarının ucundan tanıyabildi. Yine Enes ibn Malik dedi ki: Biz şu ayetin Enes ibnu’n-Nadr ile benzerleri hakkında indiğini düşünür yahut zannederdik: “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” (Ahzab 23) (3) Hafız İbn-i Hacer –Allah ona rahmet etsin- Enes bin Nadr hadisinin faydalarında; cihadda nefsini feda etmenin caizliğini, nefse ağır gelse de hatta helak bile olacaksa vermiş olduğu sözü yerine getirmenin faziletini, cihaddayken şehadeti talep etmek uğruna nefsi tehlikeye atmanın nehyedilmediğini zikretmektedir. Burada Enes bin Nadr için bir faziletin olduğu, imanının sahihliği, dinine çok bağlılığı, çok korunmak isteyen biri olduğu ve imanındaki 3 - Buhari, Cihad Babı, Cilt 4, Sh.19, Hadis No:2805.
- 32. MAKALE 35 yakinlik açıktır. (4) İmam İbn-i Kayım –Allah ona rahmet etsin- Uhud gazvesinden çıkarılan faydalar kısmında faydaların birini şöyle izah eder: Enes bin Nadr ve diğerlerinin kâfirlerin içine daldıkları gibi düşmanların içine dalmak caizdir. (5) İmama Nevevi –Allah ona rahmet etsin- şöyle demektedir: Sahabeler şehitliği çokça seviyor ve buna oldukça hırslıydılar. Bunlardan birisi de kendi nefsini savaşın ortasına atmalarıdır. Cihatta, Mubareze ve benzeri durumlarda nefsi tehlikeye atmanın caizliğinde ittifak etmişlerdir.(6) Mudrik bin Avf el-Ahmesi’den şöyle rivayet edilmiştir: Ben Ömer r.a’nın yanındaydım. Numan bin Mukrin’in elçisi ona geldi. Ömer r.a ona insanların durumunu sordu. Dedi ki: - Falan ve falan yaralandı ama diğerlerini tanımıyorum. Ömer r.a. dedi ki: - Fakat Allah onları tanır. Dedi ki: - Ey Mü’minlerin emiri! Biri nefsini satın altı. Müdrik bin avf bunu dedi ve devamında şunları söyledi “vallahi ey Mü’minlerin emiri insanlar benim dayımı kendi eliyle kendini tehlikeye attığını iddia ediyor.” Ömer r.a. dedi ki: onlar yalan söylemiş. Bilakis o dünyasını ahiret için satanlardandır. (7) İbn-i Cerir ve İbn-i münzir sahih bir rivayetle müdrik bin Avf’tan şöyle rivayet etmişlerdir. Müdrik bin Avf dedi ki: ben Ömer r.a. yanındaydım ona şunu dedim: Bizim bir komşumuz vardı kendini savaşın ortasına atıp öldürülünce insanlar kendi eliyle kendini tehlikeye attı dediler. Ömer r.a. şöyle dedi: “Onlar yalan söylediler. Bilakis o dünyasını satıp ahiretini satın aldı.” (8) Ebu İshak, Bera r.a’ya “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın” (Bakara 195) ayetinde kast edilen içinde binlerce savaşçının olduğu bir orduya bir adamın saldırması mıdır? Diye sordum. O da: Hayır dedi. (9) Müslümanlar Rumlarla savaşlarının birinde çok büyük bir orduyla karşılaşırlar. Müslümanlardan biri Rum’ların saflarına dalar. Ve Müslümanlar ona bağırarak: “Subhanellah sen kendi elinle kendini tehlikeye attın” derler. Bunun üzerine Ebu Eyüp el-Ensari kalkıp şöyle der: Ey insanlar! Siz bu ayeti bu tevil ile yorumluyorsunuz lakin bu ayet bizim yani ensar hakkında inmişti. Allah subhanehu ve teala İslam’ı aziz kılıp yardımcıları çoğalınca bazılarımız bazılarımıza Resulullah’tan gizlice dedi ki: Mallarımız zayi oldu ve Allah azze ve celle İslam’ı aziz kılıp yardımcılarını çoğalttı. Eğer biz artık kendi mallarımızla uğraşırsak mallarımız zayi olmaz. Bunun üzerine Allah azze ve celle Peygamberine bu ayeti indirdi: “Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. 4 - Feth el-Bari, Cilt 6, Sh.23. 5 - Zad el-Mead, Cilt 3, Sh.211. 6 - Müslim Şerhi, Cilt 12, Sh.187. 7 - Musannef ibn-i Ebi Şeybe, Cilt 4, Sh.208; Beyhaki, el-Kubra, Cilt 9, Sh.45-46. 8 - Feth el-Bari, Cilt 8, Sh.185. 9 - Feth el-Bari, Cilt 8, Sh.185. Ayn El-İslam’da Mürted PKK’lılara İstişhadi Operasyon Gerçekleştiren Dadullah Et-Turki (Allah Şehadetini Kabul Etsin)
- 33. İSTİŞHADİ OPERASYONLARIN CAİZLİĞİ VE FAZİLETİ36 Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri sever. (Bakara 195) Tehlike, mallarımızın peşine düşüp onları ıslah etmekle uğraşıp savaşları terk etmemizdi. Ebu Eyyub r.a. Allah yolunda savaştan hiç geri durmadı. Öyle ki Rum topraklarında defnedildi. (10) Bu rivayetlerin hepsinden anlaşılıyor ki; bir şahıs büyük bir kalabalık düşman ordusunun içine tek başına dalabilir. Bu konuda âlimlerin ittifakı vardır. Kurtubi dedi ki: Âlimler, savaşta bir şahsın tek başına düşmanlara saldırmasında ihtilaf ettiler. Âlimlerimizden Kasım bin Muhaymere, Kasım bin Muhammed ve Abdulmelik; bir şahsın büyük bir askeri topluluğa kendisinde güç olduğu halde Allah için halis bir niyetle saldırmasında bir beis olmadığını söylemişlerdir. Eğer kendisinde onlara zarar verecek güç bulunmazsa bu kendini tehlikeye atmaktır. Denildi ki; eğer halis bir niyetle şehitliği arzu ediyorsa, kâfirlerden birine zarar vermeye niyet ederek aralarına dalabilir. Bu Allah ve cellenin şu ayetinde açıkça ifade edilmiştir. “İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah’ın rızasını almak için kendini feda eder.” (Bakara 207) İbn-i Huveyz Mindad şöyle der: Bir şahsın 100 veya daha kalabalık bir askeri topluluğa, hırsız bir gruba, muhariplere veya haricilere saldırması iki durumda değerlendirilir. Eğer saldırdıklarını öldürüp ve kurtulabileceğini bilir veya zannı galiple tahmin ederse bu ameli güzel bir ameldir. Eğer zannı galiple veya kesin olarak öldürüleceğini bilir, fakat onlara zarar, sıkıntı verecek veya Müslümanların fayda göreceği bir şekilonlaratesiredebileceksebuamelcaizdir.(11) Muhammed bin Hasan –Allah O’na rahmet etsin- şöyle dedi: Düşmanları kahredeceğini veya kurtulacağını uman bir Müslümanın, müşriklerden bin tane adamın içine tek başına dalmasında bir beis yoktur. Eğer böyle bir durum yoksa o zaman mekruhtur. Çünkü o Müslümanlara hiçbir fayda olmadığı halde nefsini helak olmaya sunmuştur. Şayet amacı Müslümanları cesaretlendirip yapmış olduğu ameli onlarında yapmasını kast ederse bunun caizliğinde sıkıntı yoktur. Ayrıca bu amelde bazı açılardan Müslümanlara fayda vardır. Eğer amacı kâfirleri korkutmak veya Müslümanların MALİKİLER HANİFİLER 10 - Sahih İbn-i Hibban clt11 sf9; el-Mustedrek clt2 sf94; Tirmizi clt5 sf212; Ebu Davud clt3 sf12; Nesai el-Kubra clt6 sf298-299; Hâkim, bu hadisin Buhari ve Müslim’in şartlarına göre sahih bir hadis olduğunu söylemiştir. 11 - Kurtubi tefsiri clt 2 sf363 Kuzey Halep’te Sahavatlara İstişhadi Operasyon Gerçekleştiren Kürt İslam Devleti Mücahidi (Allah Şehadetini Kabul Etsin)
- 34. MAKALE 37 dinlerine sıkı bağlılığını göstermek ise bu amelin caizliği uzak değildir. Eğer bu amelde Müslümanların faydası var ve nefsini dinin güçlü olması için telef etmiş veya kâfirleri ümitsizleştirmek için yapmışsa bu Allah azze ve cellenin şu sözlerinde Mü’minleri medh ettiği şerefli makamdır. “Allah, cennet karşılığında Mü’minler’den nefislerini satın almıştır...” (Tevbe 111) Allah azze ve celle nefsini Allah yolunda feda edenleri bunun gibi başka ayeti kerimelerde medhetmiştir. (12) İmam Ebubekir el-Cessas Muhammed bin Hasan’ın bu sözünü naklettikten sonra bu sözlere şunları ekledi: “Muhammed’in bu söylemiş olduğu bu vecihler aksi söylenmesi caiz olmayan sahih sözlerdir. (13) Hafız İbn-i Hacer -Allah ona rahmet etsin- şunları söyler:Birkişinintekbaşınaçoksayıdakidüşmanın içine dalması; eğer bu onun çok pehlivan olmasından, düşmanları korkutacağını zan ettiğindenveyaMüslümanlarındüşmanınüstüne yürüyeceğini ve benzeri maksatlar için bunu yapmışsa bu güzel olan bir ameldir. Eğer maksat düşünmeksizin hiddetle saldırmak ise bu yasaklanmıştır. Özellikle de Müslümanlarda korkuya vesile olacaksa. Allah en iyisini bilendir. (14) Şeyhulislam İbn-i Teymiyye – Allah ona rahmet etsin - şunları söyler: Bir Müslümanın öldürüleceğini zan etse bile eğer Müslümanların maslahatı varsa, kâfirlerin saflarına dalmasını dört mezhep imamı da caiz görmüştür. (15) Allah Resulü Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır. “Üç şey vardır ki, kimde bulunursa o kimse bunlar sebebiyle imanın tadını alır. 1) Bir kimseye Allah ve Resulü’nün başkalarından daha sevimli gelmesi, 2) Bir kimseyi yalnız Allah için sevmesi, 3) Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra (bu kimsenin) tekrar küfre dönmeyi tıpkı ateşe atılmayı istemediği gibi istememesidir.” (16) Bilal ve Habbab r.a. gibi sahabeler küfür lafzını ikrah altında oldukları halde söylemediler. Hatta Yasir ve Sümeyye bundan ötürü şehid edildiler. Bunun anlamı şudur: Bir mü’min dövülmeyi, işkence edilmeyi hatta öldürülmeyi tercih eder fakat küfre düşmeyi kabul etmez. Âlimler küfre zorlanan birinin ölümü tercih edip küfür lafzını veya amelini yapmamasının fazilet olduğunda ittifak halindedirler. ŞAFİİLER HANBELÎLER 12 - Kurtubi Tefsiri, Cilt 2, Sh.364. 13 - Ahkâm el-Kuran, Cilt 1, Sh.327. 14 - Feth el-Bari, Cilt 8, Sh.184-185. 15 - Mecmu el-Fetava, Cilt 28, Sh.540. 16 - Buhari, Cilt 6, Sh.2546.
- 35. İSTİŞHADİ OPERASYONLARIN CAİZLİĞİ VE FAZİLETİ38 Muhalleb’ten rivayet edildiğine göre bir kavim bundan kaçınarak kendilerini şu Ayet-i Kerime’yi delil getirdiler: “Kendi nefislerinizi öldürmeyin” (Nisa 29) Bu ayeti kerimede onlar için bir delil yoktur. Çünkü bu ayetin devamında Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Kim haddi aşarak ve zulmederek bunu yaparsa, onu cehennem ateşine atacağız.” (Nisa 30) Allah azze ve celle kendini öldürmeyi aşırılık ve zulüme bağlamıştır. Allah’ın yolunda nefsini helak eden kendisine zulmeden veya aşırıya giden değildir. İslam âlimleri cihadda mücahidin kendisi helak olacağını bilse bile kâfirlerin içine dalmasının caizliğinde icma etmişlerdir. (17) Asım bin Amr bin Katade de şöyle demiştir: İnsanlar Bedir günü karşılaşınca; Afv bin Afra şöyle dedi: Ey Allah’ın Resulü kulun hangi ameli Rabbini güldürür. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: “Başı açık (zırhsız) olduğu halde savaşa dalan kimse Rabbini güldürür.” Avf zırhını çıkardı, öne atıldı ve şehid olana kadar savaştı. (18) Ebu İshak şöyle demiştir: Müslümanlar Yemame günü müşriklere saldırdılar. Öyle ki; içlerinde Museyleme’nin de olduğu Allah’ın düşmanları bir bahçeye sığındılar. Bera bin Malik dedi ki: Ey Müslümanlar beni onların içine atın. Müslümanlar, ona duvarın üstüne çıkmasına yardımcı oldular. Oradan onların içine atladı ve Müslümanlara kapıyı açana onlarla bahçenin içinde savaştı. Daha sonra Müslümanlar bahçeye girdiler ve Allah subhanehu ve teala Müseyleme’yi öldürdü. (19) Başka bir rivayette Muhammed bin Sirin şöyle diyor: Müslümanlar kapısı kapanmış ve içinde müşriklerin sığındığı bir duvara ulaşınca, Bera bin Malik r.a. kalkanların üzerine oturdu ve beni mızraklarınızla kaldırın ve beni içeriye atın dedi. Müslümanlar onu mızraklarıyla kaldırıp duvarın diğer tarafına attılar. Bera bin malik onlara kapıyı açana kadar 10 tane müşriği öldürmüştü. (20) EnesbinMalikr.a.şunlarırivayeteder:“Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Uhud günü ensardan 7 kişi ve Kureyşlilerden 2 kişi ile yalnız kalıp müşrikler ona saldırınca dedi ki: “Bunları bizden kim püskürtürse ona cennet vardır.” veya “o benim cennetteki arkadaşımdır.” Ensardan biri şehit olana kadar öne çıktı. Sonra müşrikler bir daha peygamber efendimize saldırdılar. Peygamber efendimiz dedi ki: “Bunları bizden kim püskürtürse ona cennet vardır.” veya “o benim cennetteki arkadaşımdır.” Ensardan başka biri bu sefer öne çıktı o da şehit olana kadar savaştı. Ensardan 7 kişi bu şekilde şehid olana kadar bu devam etti. Sonra Peygamber Efendimiz iki Kureyş’li sahabesine şöyle dedi: Arkadaşlarımıza insaf etmedik. (Yani ensardan 7 kişi öne atıldığı halde Kureyş’ten iki kişi öne atılmadı.) (21) Huveyz Mindad’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Müslüman askerler Farslılarla karşılaştıklarında Müslümanların atları fillerden korkup kaçtılar. Müslümanlardan biri çamurdan bir fil yaptı ve atını ona alıştırdı. Sabah olup savaş tekrar başlayınca onun atı filden 17 - Feth el-Bari, Cilt 12, Sh.316. 18 - el-İsabe ibn-i Hacer, Cilt 4, Sh.739; Ayrıca bkz. Musannef İbn-i Ebi Şeybe, Cilt 4, Sh.223; el-Beyhaki el-Kubta, Cilt 9, Sh.43. 19 - el-İsabe, İbn-i Hacer, Cilt 1, Sh.280. 20 - el-Beyhaki, el-Kubra, Cilt 9, Sh.44. 21 - Müslim, Cilt 3, Sh.1415, Hadis No:1789. İstişhad Arabası Hedefine Doğru Giderken İstişhad Anı
- 36. MAKALE 39 korkmadı. Atıyla filin üzerine yürüdü. Bazıları Ona böyle yapma o seni öldürür dediklerinde o da şöyle dedi: Müslümanlar fetih kazanacaklarsa benim ölmemde bir sakınca yoktur. (22) Bu zikrettiğimiz bütün naslar, dinin izhar edilmesi, ona yardım etmek ve Müslümanların maslahatı için kendi nefsini feda etmenin caizliğini ortaya koymaktadır. Bu kıssalardan biride Uhdud ashabının kıssasıdır. “Kahroldu o hendeğin sahipleri, bol yakıtı olan ateşin, Onlar (ateşi yakanlar) da hendeklerin başlarına oturmuşlar, Müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı.” (Buruc 4-8) ...Rahibi de getirdiler. Kendisine: — Dininden dön! denildi. O da razı olmadı: Derken hükümdar bir testere istedi ve onu başının ortasına koyarak yardı. Hattâ iki parçası yere düştü. Sonra hükümdarın meclisindeki o adamı getirildi. Ve kendisine: — Dininden dön! denildi. O da razı olmadı. Hemen testereyi başının ortasına koyarak, başını onunla yardı hatta iki parçası yere düştü. Sonra çocuk getirildi. Ona da: — Dininden dön! denildi. Fakat o da kabul etmedi. Bunun üzerine çocuğu adamlarından bazı kimselere vererek: Bunu filan dağa götürün. Dağın üzerine çıkarın. Zirvesine ulaştığınızda dininden dönerse ne âlâ! Dönmezse aşağı atın, dedi. Çocuğu götürdüler ve dağa çıkardılar. Çocuk: — Allah’ım! Bunlar hakkında bana dilediğin şeyle kifayet et! dedi. Bunun üzerine dağ onları salladı ve (aşağı) düştüler. Derken yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdar ona: — Arkadaşların sana ne yaptı? diye sordu. Çocuk: — Onlar hakkında Allah bana kâfi geldi, dedi. Hükümdar onu yine adamlarından birkaç kişiye vererek: — Bunu götürün, bir gemiye yükleyerek denizin ortasına varın. Eğer dininden dönerse ne âlâ! Aksi takdirde denize atın! dedi. Çocuğu götürdüler. (O yine) : — Allah’ım! Bunlar hakkında bana dilediğin şeyle kifayet et! diye dua etti. Hemen gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk yine yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdar ona: — Arkadaşların sana ne yaptı? diye sordu. Çocuk: — Onlar hakkında Allah bana kâfi geldi, dedi. Ve hükümdara şunu söyledi: — Sana emredeceğim şeyi yapmadıkça, sen beni öldüremezsin! Hükümdar: — Nedir o? diye sordu. — Halkı bir yere toplarsın ve beni bir ağaca asarsın. Sonra torbamdan bir ok al! Bu oku yayın ortasına koy. Sonra bu çocuğun Rabbi olan Allah’ın ismiyle diyerek bana at. Bunu yaparsan beni öldürürsün, dedi. Hükümdar hemen halkı bir yere topladı ve onu bir ağaca astı. Sonra torbasından bir ok aldı ve oku yayın ortasına koydu. Sonra: Bu çocuğun Rabbi olan Allah’ın ismiyle diyerek çocuğa attı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına, okun vurduğu yere koydu ve öldü. 22 - Kurtubi Tefsiri, Cilt 2, Sh.363-364.
- 37. İSTİŞHADİ OPERASYONLARIN CAİZLİĞİ VE FAZİLETİ40 Bunun üzerine halk: — Çocuğun Rabbine iman ettik! Çocuğun Rabbine iman ettik! Çocuğun Rabbine iman ettik! dediler. Ve hemen hükümdara gidilerek: — Ne buyurursun, korktuğun vallahi başına geldi. Halk iman etti, denildi. Bunun üzerine hükümdar yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Ve kazıldı. Ateşler de yakıldı. Ve: — Kim dininden dönmezse, onu buraya atın! dedi. Yahut hükümdara sen at, denildi. Bunu da yaptılar. Nihayet beraberinde çocuğu olan bir kadın geldi. Kadın oraya düşmekten çekindi. Bunun üzerine çocuk ona: - Ey anneciğim, sabret! Çünkü sen hak üzeresin! dedi.» (23) Dinin yayılması ve güçlenmesi için nefsini feda etmenin caizliği bu kıssada çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. İbn-i Teymiyye –Allah ona rahmet etsin- şöyle demektedir: Müslim kendi sahihinde Uhdud ashabının kıssasını rivayet etmiştir. Bu kıssada çocuk, dinin yayılması için kendisini öldürtmesini emretmiştir. Bundan ötürü dört mezhep imamı da; bir Müslümanın zannı galiple öldürüleceğini tahmin etse dahi eğer bunda Müslümanların maslahatı varsa, kâfirlerin safına dalmasını caiz görmüşlerdir. (24) İkrah altında olan bir Müslümanın öldürüleceğini bilse dahi buna sabredip dininde sabit kalması âlimlerin ittifakıyla faziletli olandır. Nitekim İmam Kurtubi bu konuda icma nakleder. İmam Kurtubi –Allah O’na rahmet etsin- “Kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah’ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük bir azap vardır.” Ayetinin tefsirinde şunları söyler: Küfre zorlanan birisinin öldürülmeyi tercih edip küfür kelimesini söylememesi veya amelini yapmaması âlimlerin icmasıyla Allah katında ruhsatı tercih etmesinden daha faziletlidir. (25) Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile ashabı yola devam ettiler. Ve müşriklerden önce Bedr’e vardılar. Müşrikler de geldi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem : «Ben başında olmadıkça sakın sizden hiç bir kimse bir şeye ilerlemesin!» buyurdu. Derken müşrikler yaklaştı. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de : «Kalkın! Genişliği göklerle yer kadar olan cennete!..»”buyurdu. Umeyr b. Humâm El-Ensari : — Ya Resulellah! Genişliği göklerle yer kadar olan cennet ha? Dedi. «Evet!» buyurdular. Umeyr: — Hele hele!.. Dedi. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: «Seni hele hele demeye sevk eden nedir?» diye sordu. Umeyr: — Hayır, vallahi ya Resulallah! Cennet ehlinden olmamı ümit etmekten başka bir şey yok! dedi. «Öyle ise sen onun ehlindensin!» buyurdular. 23 - Müslim, Cilt 4, Sh.2299, Hadis No:3005. 24 - Mecmu el-Fetava, Cilt 28, Sh.540. 25 - Kurtubi Tefsiri, Cilt 10, Sh.188. Bunun üzerine hükümdar yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Ve kazıldı. Ateşler de yakıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder