Devletin günümüzdeki manasıyla tanımlamasını Adam Smith
yapmıştır. Smith (1978:6), devletin varlığını sürdürebilmesi için zenginliğin
gerekliliğini ortaya koyarken, zenginliğin korunması için de polisin varlığını
şart koşmuştur.
“Peki söyleyin. Nasıl bir cüretle ve ne kelimelerle
konuşacağımı bilmem, ama önderleri ve yardımcıları, sonradan bütün şehri sana
inandırmaya çalışacağım; kısaca diyeceğim ki: Biz sizi bazı ilkelere göre yetiştirdik
ya, bunlar bir çeşit rüya idi. Gerçekte siz silahlarınız, bütün eşyalarınızla
birlikte yerin altında yetiştiniz yoruldunuz. Toprak, bir ana gibi, iyice
büyüttükten sonra yeryüzüne çıkarttı sizi. Üstünde yaşadığımız bu toprak
sizleri büyüten, emziren ananızdır. Ona saldıran olursa korumak boynumuzun
borcudur. Yurttaşlarınız da aynı toprağın çocukları ve sizin
kaderlerinizdir."
“Gençlikte ben de birçok gençler gibiydim. Kendi kendime
davranabileceğim gün gelince, hemen devlet işlerine atılmaya karar vermiştim.
Fakat o zaman bu alanda birçok değişmeler olmuştu; kendimi şu durum karşısında
buldum. Birçok kimseler o zamanki idareye saldırmışlar, ihtilal çıkmış ve yeni
idarenin başına 51 kişi konmuştu. Bunlardan on biri şehirde; onu da Peiraeus’da
iş almıştı;vazifeleri; Agora ile şehrin idaresini ilgilendiren işlerle meşgul
olmaktı. Öteki otuzuna tam salahiyetle en yüksek
iktidar verilmişti. Bunlar arasında tanıdıklarım, akrabalarım vardı; uygun bir
iş vermek üzere beni hemen çağırdılar.Genç yaşım düşünülecek olursa, hiç de
aşırı olmayan hülyalar kuruyordum; bunların devleti, eğrilik yolundan doğruluk
yoluna getirerek idare edeceklerini sanıyor, ne yapacaklarını merakla
bekliyordum. Halbuki çok geçmeden, eski düzeni adeta altın çağı imiş gibi
arattıklarını açıkça gördüm. Birçok zorbalıklardan başka, o zamanın en doğru
adamı olduğunu söyleyebileceğim yaşlı dostum Sokrates’e de saldırdılar... Ben
de bu türlü şiddetli hareketler ve buna benzer, bunlar kadar önemli daha başka
zorbalıklar karşısında nefret duydum; olup biten iğrençliklerden uzaklaştım. Az
zaman sonra, otuzlar düştü; kurmuş oldukları şekli de onlarla beraber ortadan
kalktı ‘(Platon, 1997:324 c,d,e, 325 a).
Refah devletinin temel düşüncesi olan müdahaleciliğin
yöneldiği hedef kitle, yoksul halk tabakası olmuştur. Devlet tarafından yapılan
sosyal güvenlik yardımlarının altında yatan asıl neden zenginlerin mallarını
korumaktır. Toplumun bir kesiminin bu şekilde ötekileştirilerek kriminalize
edilmesi, doğal olarak polisin “suç önleme” girişimlerinin hedefi olmuştur.
Polis, refah devletinde zenginler ile yoksullar arasındaki sınırları bekleyen
bekçi görevini görmüştür (Neocleous, 2006:145).
Bireylerin içine düştüğü “serbest piyasa ortamı”, toplumda
zengin fakir, çalışan-işsiz (evsizler, dilenciler) gibi tabakalaşmaya neden
olmuştur. Toplumda ekonomik olarak dezavantajlı durumda olan bireylerin
oluşturduğu tabakayla uyuşturucu kullanımı, şiddet suçları gibi suçlar
özdeşleştirilmeye başlanmıştır. Suçla birlikte kodlanan “alt tabaka” tehlikeli
olarak etiketlenerek toplumdan tamamen ayrıştırılmaya çalışılmıştır.
Farklılaşan tabakaya karşı devlet tarafından uygulanan baskıcı kontrol
teknikleri, toplumun geri kalanı tarafından desteklenmiştir. Neo-liberal
devlet, piyasa kurallarına uyum gösteren bireylere karşı özgürlükçü ve az
müdahaleci olurken, nispeten yoksul olanlara karşı rehabilite etmek yerine
Hobbes’un Leviathan’ı gibi baskıcı bir canavar gibi davranmaktadır (Garland,
2001:102).
Küreselleşme, kentlerin başta ekonomik olmak üzere
yapılarında değişikliklere neden olmuştur. Bu değişiklikler, ekonominin
güçlenmesi ve refah seviyesinin artması nedeniyle çabuk kabul görmüş ancak bazı
beklenmedik sonuçları da gün yüzüne çıkarmıştır. Bu sonuçların başında güvenlik
gelmektedir.
Küreselleşmeyle birlikte ekonominin devlet kontrolünden çıkarak bireylere devredilmesiyle, kentlerdeki
nüfusun kontrolü de kaybedilmiştir. Kentlerin cazibe merkezi olmaları nedeniyle
gerçekleşen göçlerin temelinde “kısa zamanda zengin olma hayalleri”
yatmaktadır. Ancak kent ne kadar ekonomik olarak özgürleşse ve gelişse de her
bir bireyin hayallerini gerçekleştirebileceği mekan olmaktan uzaktır. Artan
nüfusun getirdiği güvenlik zafiyeti, kentlerde yeni ve zor bir sorun olarak
ortaya çıkmış ve varlığını günümüzde de sürdürmektedir.
Kentlerin sahip olduğu imkanlar ve bireylerin bu imkanlara
olan ihtiyacı kentlerdeki nüfusu artırmaktadır. Nüfusun artmasıyla birlikte
kent içinde var olan karmaşa daha da artmaktadır. Belirsizlikler kentte yaşayan
toplumda güven kaygılarına sebep olmaktadır.
Kentleşme ülkelerde farklı sonuçlara neden olabilmektedir.
Bunun başlıca nedeni o ülkede yaşayan toplumun değerleridir. Kentleşmenin
Türkiye’deki etkisi ise şu şekilde olmaktadır. İlk olarak, kentlerdeki
sanayileşme ve kapitalist gelişme insanları bencilleşmesine neden olmakta ve
rant arayışına itmektedir. İkincisi, kentin insanı özgür kılması, her
istediğini yapabilmesi anlamına gelmemektedir. Son olarak küreselleşme
insanlarda bazı değerlerde bozulmalara sebep olabilmektedir. Kentlerde kısa
yoldan zengin olma yollarını deneyen insan sayısı artmaktadır (Keleş, 2006:
13).
Kentlerdeki davranış değişiklikleri, mekanlara göre de değişkenlik göstermektedir. Kent, yaşayanların homojen olarak dağıldığı bir mekan değildir. Kentlerdeki mekansal farklılaşmalardan bahsedildiğinde, akla ilk
olarak gettolar gelmektedir. Getto kelimesi, tarihte Yahudilerin şehir içinde yaşadıkları yerler için kullanılmaktaydı. Kelime yaklaşık beş yüz yıldır kullanılmaktadır. Kaynağı tam olarak bilinmese de, şehir içinde genel nüfustan farklı kültüre sahip insanların yaşadıkları yeri tarif etmek için kullanılmaktadır. Günümüzdeki kullanımında belirli bir ırk veya grup kastedilmemektedir (Wirth, 1969:5).
Gettolar genellikle şehrin en fakir ve geri kalmış yerleridir. Gettolar şehirden uzaklaştırılmış ve izole edilmiş mekanlardır. Kültür bakımından farklılığa, mekansal farklılığın eklenmesiyle farklılaşma son noktaya ulaşmaktadır. Bu durumdan gettoda yaşayanlar ve diğer kalan genel toplum memnundur. Bu durum iki grup arasında yapılmış bir çeşit de facto mutabakattır. Gettoda yaşayanlar kendi kültürünü muhafaza ederken, diğer kentliler de kent kültürüne göre yaşamaktadır. Kent yönetimi, gettoların varlığını kontrolü kolaylaştırdığı için desteklemektedir (Wirth, 1969:5).
Kent, mekansal farklılaşmalar yaratarak bireylerin davranışlarını etkilemektedir. Kentler kültür, mekan ve güç arasındaki ilişkilerden yola çıkarak sosyal yapıyı anlamayı sağlamaktadır. Örneğin, kentin belirli bölgelerine girişler kısıtlanmaktadır. Kentlerin bazı bölgelerinde kurulan sitelerin girişleri güvenlik görevlileri tarafından kontrol edilmektedir. Güvenlik görevlileri siteye girmeye çalışan kişilerin kimlik kontrolünü yapmakta ya da site sakinlerine ulaşarak teyit etmektedir. Böylece izole edilmiş alanlara sadece belirli insanlar girebilmektedir. Bu şekilde korunan sitelere dış görüntüsünden dolayı girişi engellenen kişiler olabilmektedir. Engellenen insanlar toplum tarafından dışlanan sapkın olarak tanımlanan insanlardır. Güvenlik görevlileri, çocuk ve kadınları toplum tarafından istenmeyen kişilerden korumak maksadıyla, bazı mekanların girişlerini kontrol etmektedir. Bazı bölgelerde yüksek fiyat uygulamaları ile güçlüler güçsüzlerden ayrılmaktadır. Kültür faktörü ise görünmeyen ama en güçlü ayrıştırıcıdır. Bu ayrım, batıda etnik bakımdan olurken doğuda daha çok davranış kalıplarına göre olmaktadır (Knox ve Pinch, 2010: 46).
Kentin bazı bölgelerindeki evlerde, yüksek fiyatlandırma nedeniyle, sadece belirli gelir seviyesinin üstündeki kişiler yaşayabilmektedir. Kişinin evinin adresi, sosyo-ekonomik durumunun göstergesi olabilmektedir. Gettolarda yaşayan insanların durumuna benzer olarak, pahalı bölgelerde oturan kişiler arasında farklılaşmış kültür ve güç ilişkileri ortaya çıkmaktadır. Lüks diye tanımlanabilecek yerlerde yaşayan insanlar, şehrin genelinden farklı bir kültüre sahiptir. Bu farklılık tüketim alışkanlıklarından, boş zamanda yapılan faaliyetlere kadar hissedilmektedir. Para ve güç denklemiyle doğru orantılı olarak, güvenlik ihtiyacı da üst sınırlarda olmaktadır. Bu şekilde yapılanmış yerleşim yerleri; etrafı yüksek ve kalın duvarlarla çevrili, kapalı devre kamera sistemiyle devamlı gözetlenen ve güvenlik görevlileri tarafından girişleri kontrol edilen izole mekanlardır. Kontrol unsurlarının fazlalığı ve gözetim altında olmak buralarda yaşayan insanlarda güvenlik hissini artırmaktadır (Gottdiener ve Hutchison, 2011:156).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder