9 Mart 2017 Perşembe

EKONOMİK FARKLILIK DEVLETİ MEYDANA GETİRİR



Devletin günümüzdeki manasıyla tanımlamasını Adam Smith yapmıştır. Smith (1978:6), devletin varlığını sürdürebilmesi için zenginliğin gerekliliğini ortaya koyarken, zenginliğin korunması için de polisin varlığını şart koşmuştur.

“Peki söyleyin. Nasıl bir cüretle ve ne kelimelerle konuşacağımı bilmem, ama önderleri ve yardımcıları, sonradan bütün şehri sana inandırmaya çalışacağım; kısaca diyeceğim ki: Biz sizi bazı ilkelere göre yetiştirdik ya, bunlar bir çeşit rüya idi. Gerçekte siz silahlarınız, bütün eşyalarınızla birlikte yerin altında yetiştiniz yoruldunuz. Toprak, bir ana gibi, iyice büyüttükten sonra yeryüzüne çıkarttı sizi. Üstünde yaşadığımız bu toprak sizleri büyüten, emziren ananızdır. Ona saldıran olursa korumak boynumuzun borcudur. Yurttaşlarınız da aynı toprağın çocukları ve sizin kaderlerinizdir."

“Gençlikte ben de birçok gençler gibiydim. Kendi kendime davranabileceğim gün gelince, hemen devlet işlerine atılmaya karar vermiştim. Fakat o zaman bu alanda birçok değişmeler olmuştu; kendimi şu durum karşısında buldum. Birçok kimseler o zamanki idareye saldırmışlar, ihtilal çıkmış ve yeni idarenin başına 51 kişi konmuştu. Bunlardan on biri şehirde; onu da Peiraeus’da iş almıştı;vazifeleri; Agora ile şehrin idaresini ilgilendiren işlerle meşgul olmaktı. Öteki otuzuna tam salahiyetle en yüksek iktidar verilmişti. Bunlar arasında tanıdıklarım, akrabalarım vardı; uygun bir iş vermek üzere beni hemen çağırdılar.Genç yaşım düşünülecek olursa, hiç de aşırı olmayan hülyalar kuruyordum; bunların devleti, eğrilik yolundan doğruluk yoluna getirerek idare edeceklerini sanıyor, ne yapacaklarını merakla bekliyordum. Halbuki çok geçmeden, eski düzeni adeta altın çağı imiş gibi arattıklarını açıkça gördüm. Birçok zorbalıklardan başka, o zamanın en doğru adamı olduğunu söyleyebileceğim yaşlı dostum Sokrates’e de saldırdılar... Ben de bu türlü şiddetli hareketler ve buna benzer, bunlar kadar önemli daha başka zorbalıklar karşısında nefret duydum; olup biten iğrençliklerden uzaklaştım. Az zaman sonra, otuzlar düştü; kurmuş oldukları şekli de onlarla beraber ortadan kalktı ‘(Platon, 1997:324 c,d,e, 325 a).

Refah devletinin temel düşüncesi olan müdahaleciliğin yöneldiği hedef kitle, yoksul halk tabakası olmuştur. Devlet tarafından yapılan sosyal güvenlik yardımlarının altında yatan asıl neden zenginlerin mallarını korumaktır. Toplumun bir kesiminin bu şekilde ötekileştirilerek kriminalize edilmesi, doğal olarak polisin “suç önleme” girişimlerinin hedefi olmuştur. Polis, refah devletinde zenginler ile yoksullar arasındaki sınırları bekleyen bekçi görevini görmüştür (Neocleous, 2006:145).

Bireylerin içine düştüğü “serbest piyasa ortamı”, toplumda zengin fakir, çalışan-işsiz (evsizler, dilenciler) gibi tabakalaşmaya neden olmuştur. Toplumda ekonomik olarak dezavantajlı durumda olan bireylerin oluşturduğu tabakayla uyuşturucu kullanımı, şiddet suçları gibi suçlar özdeşleştirilmeye başlanmıştır. Suçla birlikte kodlanan “alt tabaka” tehlikeli olarak etiketlenerek toplumdan tamamen ayrıştırılmaya çalışılmıştır. Farklılaşan tabakaya karşı devlet tarafından uygulanan baskıcı kontrol teknikleri, toplumun geri kalanı tarafından desteklenmiştir. Neo-liberal devlet, piyasa kurallarına uyum gösteren bireylere karşı özgürlükçü ve az müdahaleci olurken, nispeten yoksul olanlara karşı rehabilite etmek yerine Hobbes’un Leviathan’ı gibi baskıcı bir canavar gibi davranmaktadır (Garland, 2001:102).

Küreselleşme, kentlerin başta ekonomik olmak üzere yapılarında değişikliklere neden olmuştur. Bu değişiklikler, ekonominin güçlenmesi ve refah seviyesinin artması nedeniyle çabuk kabul görmüş ancak bazı beklenmedik sonuçları da gün yüzüne çıkarmıştır. Bu sonuçların başında güvenlik gelmektedir. 

Küreselleşmeyle birlikte ekonominin devlet kontrolünden çıkarak bireylere devredilmesiyle, kentlerdeki nüfusun kontrolü de kaybedilmiştir. Kentlerin cazibe merkezi olmaları nedeniyle gerçekleşen göçlerin temelinde “kısa zamanda zengin olma hayalleri” yatmaktadır. Ancak kent ne kadar ekonomik olarak özgürleşse ve gelişse de her bir bireyin hayallerini gerçekleştirebileceği mekan olmaktan uzaktır. Artan nüfusun getirdiği güvenlik zafiyeti, kentlerde yeni ve zor bir sorun olarak ortaya çıkmış ve varlığını günümüzde de sürdürmektedir.

Kentlerin sahip olduğu imkanlar ve bireylerin bu imkanlara olan ihtiyacı kentlerdeki nüfusu artırmaktadır. Nüfusun artmasıyla birlikte kent içinde var olan karmaşa daha da artmaktadır. Belirsizlikler kentte yaşayan toplumda güven kaygılarına sebep olmaktadır.

Kentleşme ülkelerde farklı sonuçlara neden olabilmektedir. Bunun başlıca nedeni o ülkede yaşayan toplumun değerleridir. Kentleşmenin Türkiye’deki etkisi ise şu şekilde olmaktadır. İlk olarak, kentlerdeki sanayileşme ve kapitalist gelişme insanları bencilleşmesine neden olmakta ve rant arayışına itmektedir. İkincisi, kentin insanı özgür kılması, her istediğini yapabilmesi anlamına gelmemektedir. Son olarak küreselleşme insanlarda bazı değerlerde bozulmalara sebep olabilmektedir. Kentlerde kısa yoldan zengin olma yollarını deneyen insan sayısı artmaktadır (Keleş, 2006: 13).

Kentlerdeki davranış değişiklikleri, mekanlara göre de değişkenlik göstermektedir. Kent, yaşayanların homojen olarak dağıldığı bir mekan değildir. Kentlerdeki mekansal farklılaşmalardan bahsedildiğinde, akla ilk
olarak gettolar gelmektedir. Getto kelimesi, tarihte Yahudilerin şehir içinde yaşadıkları yerler için kullanılmaktaydı. Kelime yaklaşık beş yüz yıldır kullanılmaktadır. Kaynağı tam olarak bilinmese de, şehir içinde genel nüfustan farklı kültüre sahip insanların yaşadıkları yeri tarif etmek için kullanılmaktadır. Günümüzdeki kullanımında belirli bir ırk veya grup kastedilmemektedir (Wirth, 1969:5).

Gettolar genellikle şehrin en fakir ve geri kalmış yerleridir. Gettolar şehirden uzaklaştırılmış ve izole edilmiş mekanlardır. Kültür bakımından farklılığa, mekansal farklılığın eklenmesiyle farklılaşma son noktaya ulaşmaktadır. Bu durumdan gettoda yaşayanlar ve diğer kalan genel toplum memnundur. Bu durum iki grup arasında yapılmış bir çeşit de facto mutabakattır. Gettoda yaşayanlar kendi kültürünü muhafaza ederken, diğer kentliler de kent kültürüne göre yaşamaktadır. Kent yönetimi, gettoların varlığını kontrolü kolaylaştırdığı için desteklemektedir (Wirth, 1969:5).

Kent, mekansal farklılaşmalar yaratarak bireylerin davranışlarını etkilemektedir. Kentler kültür, mekan ve güç arasındaki ilişkilerden yola çıkarak sosyal yapıyı anlamayı sağlamaktadır. Örneğin, kentin belirli bölgelerine girişler kısıtlanmaktadır. Kentlerin bazı bölgelerinde kurulan sitelerin girişleri güvenlik görevlileri tarafından kontrol edilmektedir. Güvenlik görevlileri siteye girmeye çalışan kişilerin kimlik kontrolünü yapmakta ya da site sakinlerine ulaşarak teyit etmektedir. Böylece izole edilmiş alanlara sadece belirli insanlar girebilmektedir. Bu şekilde korunan sitelere dış görüntüsünden dolayı girişi engellenen kişiler olabilmektedir. Engellenen insanlar toplum tarafından dışlanan sapkın olarak tanımlanan insanlardır. Güvenlik görevlileri, çocuk ve kadınları toplum tarafından istenmeyen kişilerden korumak maksadıyla, bazı mekanların girişlerini kontrol etmektedir. Bazı bölgelerde yüksek fiyat uygulamaları ile güçlüler güçsüzlerden ayrılmaktadır. Kültür faktörü ise görünmeyen ama en güçlü ayrıştırıcıdır. Bu ayrım, batıda etnik bakımdan olurken doğuda daha çok davranış kalıplarına göre olmaktadır (Knox ve Pinch, 2010: 46).

Kentin bazı bölgelerindeki evlerde, yüksek fiyatlandırma nedeniyle, sadece belirli gelir seviyesinin üstündeki kişiler yaşayabilmektedir. Kişinin evinin adresi, sosyo-ekonomik durumunun göstergesi olabilmektedir. Gettolarda yaşayan insanların durumuna benzer olarak, pahalı bölgelerde oturan kişiler arasında farklılaşmış kültür ve güç ilişkileri ortaya çıkmaktadır. Lüks diye tanımlanabilecek yerlerde yaşayan insanlar, şehrin genelinden farklı bir kültüre sahiptir. Bu farklılık tüketim alışkanlıklarından, boş zamanda yapılan faaliyetlere kadar hissedilmektedir. Para ve güç denklemiyle doğru orantılı olarak, güvenlik ihtiyacı da üst sınırlarda olmaktadır. Bu şekilde yapılanmış yerleşim yerleri; etrafı yüksek ve kalın duvarlarla çevrili, kapalı devre kamera sistemiyle devamlı gözetlenen ve güvenlik görevlileri tarafından girişleri kontrol edilen izole mekanlardır. Kontrol unsurlarının fazlalığı ve gözetim altında olmak buralarda yaşayan insanlarda güvenlik hissini artırmaktadır (Gottdiener ve Hutchison, 2011:156).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder