"McGurk Etkisi" nörobilimde, bir sesin, sesten farklı bir görüntü ile eştirilmesi halinde, bambaşka sesin algılanmasına verilen isim. Özetle, ağızdan bir ses çıkarken ön plandaki görsel sesten farklıysa, ses de farklı (ve orijinaliyle alakasız) biçimde algılanıyor.
İronik biçimde, "ABD Başkanlığı'nın Özel Temsilcisi, IŞİD’e
karşı Küresel Mücadele Koordinatörü" Brett McGurk de, Ankara
tarafından, tesadüfi olarak soyadıyla bir örnek bu kavrama denk düşecek
biçimde, "bambaşka" algılandı.
"Ses" olarak, McGurk'ün Türkiye'ye karşı doğrudan negatif
konuştu denemez. "Görsel" olarak da, Türkiye'nin "stratejik ortağı"
olarak nitelenen ABD'nin; bilfiil Beyaz Saray'ın en önemli temsilcilerinden. Ve Ankara tarafından (Türkiye'de medyanın önemli bir
kısmı da dahil olmak üzere) algılanış biçimi ise, "terörist destekçisi"
ve hatta "terörist".
44
yaşında genç bir diplomat olan McGurk nasıl olup da, Türkiye tarihinin
belki de en istenmeyen, en çok damgalanan 'persona non grata'sı oldu?
Herhalde, bundan daha üç-beş yıl öncesine kadar, McGurk
veya benzeri bir ABD diplomatı, böyle üst düzey bir görevdeyken
Ankara'da hüsnükabul görür ve ertesinde de, başka görevlerde Türkiye ve
çevresinde görev alırdı.
Şimdi ise, Türkiye'de hakkında "anayasal düzeni yıkmaya
teşebbüs" gibi ciddi bir zanla suç duyurusunda bulunulan ve soruşturma
başlatılmasına da karar verilen bir kişilik konumunda. Anadolu
Ajansı'nın 14 Aralık 2017 yarihli haberi şöyleydi:
Ankara'da aralarında gazilerin de bulunduğu bir grup, ABD Başkanı Donald Trump'ın DEAŞ ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk hakkında suç duyurusunda bulundu.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlamasını içeren suç duyurusu dilekçesini Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına veren gruptakiler, daha sonra adliye önünde basın açıklaması yaptı.
Açıklamayı okuyan Muammer Polat, terör örgütü PYD/PKK'nın paravan kuruluşu SDG'nin sözcülüğünü yaptıktan sonra kaçarak Türkiye'ye gelen Talal Silo'nun ifadelerinde adı geçen ABD'nin sözde DEAŞ ile mücadele özel temsilcisinin, terör örgütlerine silah, lojistik ve finansal destek sağladığını savundu.
Bu kişinin Türkiye üzerindeki planlarının teker teker çökertileceğini ifade eden Polat,‘Herkes bilmeli ki Brett McGruk ile terörist başı Fetullah Gülen'in arkasındaki gücün bölgedeki hayalleri hüsranla sonuçlanacak. Türkiye'ye yönelik bu saldırıların hiçbiri cevapsız kalmayacak. Bize ait en küçük toprak parçasında dahi ayrılıkçı hareketlere izin vermeyeceğiz.' Polat, tüm vatandaşları, McGurk ve diğer sorumlular hakkında tazminat davaları açmaya çağırdı.
Aralık
başında da, ayrıca Fetullahçı Terör Örgütü ile Sivil Mücadele Platformu
Toplumsal Adalet ve Yardımlaşma Derneği (TAY-DER), terör örgütüne silah
sevkiyatı ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs" iddiasıyla
McGurk hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda
bulunmuştu.
Tüm bu başvuru haberlerde, McGurk'ün adı kimi zaman "McGruk" olarak
yanlış da yazılmış; ama "Gruk" veya "Gurk", gayet net ortada olan,
kendisine olan alerji dozunun arttıkça arttığı...
Peki, suç duyurularına konu olan eski SDG sözcüsü Talal
Silo'nun, Anadolu Ajansı ve TRT gibi resmî yayın kurumlarına verdiği
röportajlarda, McGurk'e ilişkin ne gibi beyanatlar yer alıyordu? TRT'den
alıntılarsak:
‘‘SORU: ABD’nin DEAŞ’la Mücadele Özel Temsilcisi McGurk’ün Suriye sahasındaki etkisi nedir?
CEVAP: En başından beri çok etkili. Mesela Çelebiye üssündeki ilk
toplantımızda, Münbiç’in kurtarılması konuşuldu. Bunu öneren oydu.
Türk tarafını ikna etmemiz için çoğunluğunu Arapların
oluşturacağı kente özgü askeri konsey kurulması gerektiğini söyledi.
Böylece şehri kurtaranların Münbiç’in kendi evlatları olduğu havası
verilmek istendi.
Aynı öneriyi Rakka’da da gördük. Önerileri yaparken, “Türk
tarafını ikna etmemiz gerekiyor” derdi. Onun için de sahadaki unsurların
Araplardan oluştuğu görüntüsünü vermemiz gerektiğini söylerdi. Münbiç
Askeri Konseyi bünyesinde Münbiç Türkmenleri Birliği görünüyordu.
Oysa içinde kimse yoktu. Ben bile bana bağlı görünen grubun isimlerini uydurarak yazdım. Bu McGurk’ün talebiyle yapılıyordu.
Yine Rakka operasyonuna sadece Arap Koalisyonunun
katılacağı açıklanmıştı. Aslında Arap Koalisyonu diye bir şey yoktu.
Şahin Cilo komutasındaki SDG’nin izlediği politikaları McGurk
yönlendiriyordu. Münbiç’in kurtarılmasının ardından, SDG’nin kenti
kurtardığını, YPG’nin şehrin dışına çekildiğini, şehirde kalanların
oranın evlatları olduğunu belirten bir bildiri yayınlamamızı istedi.
Tabii gerçekle alakası yoktu."
Suç duyurusu güncel bir durum ama McGurk alerjisi, yeni bir
konu değil. Murat Yetkin'in, Hürriyet'teki köşesinde 1 Temmuz 2017'de
yer alan satırlarda çizdiği portreyi anımsarsak:
"McGurk’ün Ankara’da pek seveni yok. Devlet yapısı içinde McGurk’ün bugün oynadığı rolün yüz yıl kadar önce Arabistanlı Lawrence’ın oynadığı role benzetilmesi de şaşırtıcı değil. Dolayısıyla McGurk’ün bir tür “Kürdistanlı Lawrence” olarak görülmesi de."
Daha öncesine gidersek, 18 Mayıs 2017'de Dışişleri Bakanı
Mevlüt Çavuşoğlu, McGurk'ün "değiştirilmesi"; yani yerine başkasının
getirilmesi gerektiğini söylemişti.
Yetkin'in yukarıda bahsettiğimiz yazısı ise, Çavuşoğlu'nun
açıklamasından yaklaşık 1,5 ay sonra McGurk'ün Haziran sonundaki Ankara
ziyaretine istinaden kaleme alınmıştı.
Gene, Yetkin'in kaleminden gidelim-9 Ekim 2017 tarihli, "Hayaller Kerkük, gerçekler İdlib" başlıklı yazıya:
"Hatırlıyor musunuz? Dışişleri Bakanlığı bundan iki ay kadar önce, 30
Temmuz’da ABD Başkanı Donald Trump’ın IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi
Brett McGurk’e sert bir tepki vermişti.
Çünkü McGurk bir gün önce Washington’daki Orta Doğu Enstitüsünde Ankara’nın tüylerini diken diken eden şu sözleri sarf etmişti:
“Türkiye’nin burnunun dibindeki İdlib, El Kaidecilerin 11 Eylül saldırılarından bu yana en büyük yuvası haline gelmiştir. (…) Bunu Türklerle konuşacağız.”
McGurk’ün bu sözlerinin altında öncelikle 23 Temmuz’da
(bizde Hatay ile Kilis arasına düşen Afrin bölgesindeki en önemli şehir
olan İdlib’in El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir ül-Şam isimli terör
örgütünün eline geçmiş olması yatıyordu.
Türkiye, Afrin’deki PKK varlığından tedirgin iken ve AK Parti’ye yakın medya kuruluşları her an Afrin’e askeri operasyon beklentisi yükseltirken, ABD ters köşeden El Kaide vuruşu yapmıştı.
McGurk’ün başka iddiaları da vardı. Sanki dünyanın silahını Suriye’ye sokup üstelik PKK’nın Suriye kolu YPG’nin de içinde olduğu gruplara teslim eden kendisi değilmiş gibi, on binlerce silahın Suriye’ye sokulmasına göz yummakla suçluyordu Türkiye’yi.
Dışişleri Bakanlığı Mc Gurk’ten derhal sözlerini geri alması, düzeltmesini istedi.
McGurk sözlerini düzeltmedi bu güne dek, ama Türkiye Idlib’teki El Kaide’ye karşı, son iki yıl içinde Suriye’deki ikinci askeri harekâtını başlatmış bulunuyor.
Üstelik bu harekâtın hava desteği (Türk Hava Kuvvetleri dışında) NATO müttefiki ABD’nin İncirlik’te üslenmiş uçakları tarafından değil, Türkiye’nin NATO hasmı Rusya’nın Suriye’nin Lazkiye şehri yakınlarındaki Hmeymim hava üssü tarafından sağlanıyor.
Böyle bir senaryo ile siyasi entrika romanı yazsanız, ya da bir film çevirseniz, hayal gücünüze gülüp geçerler; oysa hepsi aynıyla gerçek.
Gerçek çünkü bu ikisi arasında bir önemli gelişme daha meydana geldi: Türkiye, Rusya ve İran, 15 Eylül’de Astana’da Idlib’te “çatışmasızlık bölgesi” kurma konusunda anlaşmaya vardı"
Gerçekten de, Facebook'ta "ilişki durumu: karışık" mesajının yarattığı algı üzere, McGurk'e yönelik yaklaşımlar karışıktı.
Belki biraz da, ABD'ye yönelik yeni bir politika geliştirilmesinin de etkisi vardı: "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla". Trump yönetimine, McGurk gibi Barack Obama döneminde atanmış bir diplomat üzerinden mesaj veriliyordu.
Kıdemli gazeteci Amberin Zaman ise, Diken'de Ağustos sonunda yazdığı bir yazıda McGurk'ü ve Washington DC/Beyaz Saray/ABD Dışişleri Bakanlığı nezdindeki geçmiş ve güncel profili şöyle tasvir ediyordu:
"Bir tarafta YPG ile işbirliğini savunduğu için AKP iktidarının nefret objesi haline gelen Brett McGurk var…
Hedefe kilitlenmek ve hedefe ulaşana dek sağına soluna bakmamakla ünlü McGurk, Trump iktidarının yarattığı idari boşluklar sayesinde hiç olmadığı kadar güçlü.
Oğul Bush döneminde Irak politikasını inşa edenler arasında bulunan McGurk an itibarıyla ABD’nin Suriye ve Irak politikalarındaki en etkin isim.
Irak ve Suudi Arabistan arasındaki buzların erimesinde kişisel payı büyük. Suriye’de IŞİD’e yönelik öngördüğü strateji için de YPG’nin. Suriye’de Ruslarla zımni de olsa iş birliğine inananlardan."Geldik aylardan Aralık'a; altı aylık bir zaman diliminde, McGurk'ün özel hayatına yönelik iddialardan tutun, kendisine yönelik her türlü negatif çerçevelemeye, birçok ifade Türkiye'de medya genelinde-hükümete yakın olsun olmasın- yer aldı.
Dediğimiz gibi, "normal şartlar" altında McGurk, New York'taki Columbia Üniversitesi Hukuk Okulu mezunu ve New York mahkemelerinde üst düzey görev yapmış, ardından da ABD Dışişleri Bakanlığı çevrelerinde, "çok seyahat eden", "yerinde durmayan" biri olarak Ankara çevresinde pozitif biçimde anılıp geçilirdi.
Algılar ve yaklaşımlar mı değişti; şimdi Aralık ayında, McGurk'ün görev yaptığı New York mahkemelerinde o meşum "Zarrab davasının" gündeme gelmesi mi, "Kürdistan'ın Lawrence'ı" etiketli McGurk'e alerjiyi nüksettirdi?
Karışık, çok karışık...
Türkiye diplomasi tarihinde, bir de böyle "istenmeyen kişilik", 2000'ler başında Avrupa Birliği temsilcisi Karen Fogg olmuştu galiba...
Dediğimiz gibi; karışık çok karışık...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder