Tayyip Erdoğan için kötü bir hafta oldu. Fakat bundan keyif almak
isteyenler için henüz çok erken. Siyaset ustası Erdoğan, siyaseten çok
daha zayıfken bugünkünden çok daha kötü durumlardan kurtulmayı başardı.
Unutmayalım ki, Erdoğan şu anda medya ve siyaset dünyasının
tartışmasız hakimi. Bunca cabayla kurduğu otokratik yönetimi, birkaç
yolsuzluk skandalıyla sallanmayacak kadar kuvvetli. Evet ekonomik olarak
hassas durumda ama ekonomiye geniş bir açıdan baktığımız zaman temel
veriler kötümserlerin tahminlerini doğrulamıyor.
Erdoğan’ın krizleri atlatma yeteneği Türk siyasi tarihinde görülmemiş
düzeyde. Her krizden sadece kazanarak çıkmadı aynı zamanda bu krizler
sonrasında daha bile güçlendi.
Bu defa farklı olacağını düşünenler -- bazen ben de bu gruba
giriyorum – erken sevinç sendromu yaşıyorlar. Bu rahatsızlığın en iyi
panzehiriyse birazcık hafıza ve gerçekçilik karışımı.
Erdoğan’ın güçlenerek çıktığı devasa boyutta olayları biraz olsun
sağduyu ile hatırlayalım: 2007’deki e-darbe, 2008’deki ekonomik kriz,
Gezi olayları, 2013 yolsuzluk soruşturmaları, Haziran 2015
seçimlerindeki oy kayıpları ve 2016 Haziran başarısız darbe girişimi.
Hepimiz yaşlanırken Erdoğan güçlenmeye devam ediyor.
New York mahkeme salonunda yaşananlar zamanlama olarak Erdoğan'ın
muhaliflerinin en zayıf olduğu ve eleştirel basının bütünüyle
susturulduğu bir döneme denk geldi.
Günümüz Türkiyesi’nde sesini çıkarabilen bir sivil toplum yok.
Aksine, muhalefet partisi liderinin bile kolaylıkla hapse atılabileceği
acımasız bir olağanüstü hal kanunu var. Gerçekten de, Kemal Kılıçdaroğlu
Erdoğan ve yakın çevresinin vergi kaçırma yöntemlerini açıklamaya
teşebbüs ettiği için Erdoğan’ın kendisini tehdit ettiği üzere “çok ağır
bedel ödeyebilir”.
Bu şartlar altında, Reza Zarrab’ın rüşvet ve yolsuzlukla ilgili
itirafları Türkiye’de büyük yankı bulmayacaktır. Zarrab’ın itirafları
olsa olsa zaten gelecekten ümidini kaybetmiş kesimler arasında bir
deja-vu hissi uyandıracak. Zarrab’ın itirafları içinde, tek yenilik
yolsuzluğun ne kadar büyük boyutlarda ve sistematik şekilde gerçekleşmiş
olması.
Bana göre, Zarrab’ın akıllara durgunluk veren ifadeleri, Erdoğan’ın 2013
yılında yolun sonuna ne kadar yaklaştığını gösteriyor. Aralık 2013’te
Zarrab tutuklandığında, kendisinin ve tüm ortaklarının yolsuzluk
yöntemleri ortaya çıkmıştı.
Hukuk devleti olan bir ülkede, bu seviyede bir yolsuzluk skandalı,
ismi geçen herkesin siyasi kariyerini anında bitirirdi. Türkiye’deyse,
40-50 milyon Avro rüşvet aldığı söylenen eski bakan Zafer Çağlayan’ın
nerede saklandığının konusunda ne medya ne hukuk ne de siyaset alanında
ciddi bir çaba sarf edilmiyor.
2013 Aralık ayında yaşanan yolsuzluk soruşturması büyük bir fırsatın
kaçırılması olarak hatırlanacak. Maalesef bu soruşturma Erdoğan ve
Gülen cemaati arasındaki iktidar kavgasının kurbanı oldu. Bu tarihi
boyutta bir trajedidir.
Başka bir deyişle, tamamen hukuki olması gereken bir süreç Aralık
2013’te tamamen siyasi bir sürece dönüştü. Tüm adli ve yargısal
soruşturmaların Gülen’ci savcılar tarafından yürütülmüş olması Erdoğan
için hayat kurtarıcı oldu.
O da bunu en iyi şekilde kullandı. Bir darbe girişiminin masum
kurbanı olduğuna Türk halkını ikna etti. Oysa yolsuzlukla ilgili
iddialar sadece hukuki boyutta ele alınmış olsaydı sonuç farklı
olabilirdi.
Aralarındaki “kan davası” yüzünden Gülen’in Erdoğan’ı siyaseten yok
etmek için yeterli nedeni vardı. Gülen’ci savcılar AKP içindeki
yolsuzluğu başından beri biliyordu. Ancak AKP kendi cemaatlerini
desteklediği sürece bunları görmezden geldiler.
İki taraf arasındaki ortaklık bitince de tetiği çekme kararı aldılar.
Bu İtalya’da yürütülen “Temiz Eller” operasyonunun Türk versiyonu
değildi. Tam tersine, iki mafya grubunun kazançları paylaşma konusunda
anlaşamadıkları için kavga etmeleri durumu vardı.
Bütün bunlara rağmen, Zarrab davası ve AKP’nin kirli çamaşırlarının
ortaya dökülmesi bir “gecikmiş adalet” hissi yaratıyor. Fakat bu adalet
hissi tamamen Erdoğan tarafından kontrol edilen bir Türkiye’de işe
yaramayacak. Hatta Erdoğan anti-Amerikan duyguları şahlandırarak PKK ve
Gülen’in bir Amerikan projesi olduğunu anlatmaya devam edecek.
Erdoğan bu krizi de atlatacak. Bankacalık sektörüne gelmesi beklenen
ekonomik cezalara rağmen ülkenin makroekonomik temelleri
sağlam. Erdoğan'ın önümüzdeki seçimleri kazanmasını sağlayacak kadar
sağlam.
Dirençli bir büyüme oranı ve güçlü bir kamu maliyesine sahip olan
Türk ekonomisi için siyasi riskler yeni bir durum değil. Evet, geçen yıl
içinde değer kaybeden Lira ve diğer mali etkenler yüzünden kamu
maliyesi ciddi seviyede itibar kaybetti.
Ancak Türkiye’nin kamu borcu ile GSMH oranı hala son derece iyi bir
değer olan yüzde 30 seviyesinde. Bu son on yıldaki mali disiplinin en
büyük başarısı ve Türkiye’nin yurtdışındaki kredibilitesini ayakta
tutuyor.
Türkiye’nin yaklaşmakta olan fırtınayı karşılayabilmek için bol
sayıda kamu kaynağı ve kredi alabilme kapasitesi var. Uzun lafın kısası,
Erdoğan düşüşte gibi görünebilir fakat kesinlikle hiçbir yere gitmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder