Fehim Taştekin: İdlib’de Türkiye’nin üstlendiği rol Erdoğan eliyle tasfiye misyonudur. Bu misyon için Vladimir Putin, Tayyip Erdoğan’a şans tanıdı. Türkiye sözünü tutamazsa Rusya’nın operasyon planının önündeki gerekçe geçerliliğini yitirir. Şimdi top bir aylığına Türkiye’nin sahasında.
AKP’nin altı ay içinde Emevi Cami’nde namaz kılma hayali kurduğu Suriye iç savaşı yedinci yılına girdi. Esad’ı devirip Müslüman Kardeşler ideolojisine yakın bir Sünni iktidar oluşturmayı amaçlayan Ankara’ya savaşın insani, ekonomik ve güvenlik açısından çok ciddi bedelleri oldu.
Hükümetin verdiği rakamlara göre, Türkiye’de 3.5 milyon
Suriyeli göçmen var. İdlib’e olası bir
Suriye-Rusya müdahalesi sonucu bu
sayıya bir milyon kişinin daha eklenmesi endişesi taşınıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir
Putin ile yaptığı görüşmeler sonucu bu ihtimali bugün için en azından
öteledi. Şu anda Türkiye’de ve dünyada bölge uzmanları 'Soçi
Mutabakatı'nın başarı şansı ve olası sonuçlarını tartışıyor.
Ahval, bu soruları Türkiye’de bölge uzmanı olarak öne çıkan Fehim Taştekin’eyöneltti…
Heyet Tahrir Şam (HTŞ) silah bırakmayı reddediyor, bunun muhtemel sonuçları ne olur?
HTŞ içinde pragmatik kanatla radikal kanat arasında tutum
farklılığı var. Radikal kanat peşinen silahları bırakmanın dine ihanet
olacağını deklare etti. Türkiye ile işbirliği konusunda örgüt içi bir
tartışma zaten vardı.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kontrol noktaları kurması
sırasında koordinasyona yeşil ışık yakan örgüt lideri Ebu Muhammed el
Colani, “Soçi Mutabakatı” çerçevesinde 15-20 kilometre derinliğinde
tampon bölge oluşturma ve ağır silahları bırakıp çekilme konusunda henüz
resmi tutum belirtmedi.
Bu da acaba görünüşte Soçi Mutabakatı’nı reddedip sahada
farklı mı davranacaklar sorusunu akla getiriyor. Topyekün bir saldırıdan
kaçınmak için 15 kilometre içeri kaymayı tercih edebilirler diye bir
iyimser yaklaşım var. Çekilirken ağır silahlarını da beraberinde
götürebilirler. Maslahat icabı bunu yapabilirler. Görünüşte
silahsızlandırılmış bir kemer oluşur.
Ama sorun Türkiye sınırlarına doğru kaydırılmış olur.
Türkiye buna göz yumabilir. Ama kimse illa böyle olacak da diyemez. Eğer
çekilme senaryosu işlerse örgüt kendi içinde bölünmeler yaşayabilir.
Halihazırda Türkiye ile işbirliğini reddedip farklı bir yolu tutturan
“Hurras el Din” diye bir çatı örgüt var. Bunlar El Kaide çizgisinin
keskin takipçileri. Bu kanat güçlenebilir.
Eğer HTŞ çekilmeyi reddederse muhtemelen Türkiye’nin nüfuz
edebildiği Ulusal Kurtuluş Cephesi ve Suriye Ulusal Ordusu içindeki
örgütler HTŞ’nin işini bitirmek üzere harekete geçer. HTŞ kolay bir
lokma değil, İdlib’in yüzde 60-65’ini kontrol ediyor. Çetin bir savaş
yaşanabilir. Geçen yıl Türkiye destekli gruplarla HTŞ arasında patlak
veren iç çatışmada iki taraftan 1700 kadar savaşçı öldü. Ama HTŞ’yi
sadece birkaç yerde geriletebildiler.
Bu kez Türkiye desteğiyle durum farklı olabilir. Ama bu tür
bir müdahale her zaman mevcut yapı içinden daha keskin örgütler
doğuruyor. O bölgede IŞİD hücreleri de var, onlar da dağılacak bu
parçaları bir araya getirip yeniden çıkış yapma fırsatı kolluyor. Sorunu
sadece HTŞ’ye indirgemek de yanlış. Soçi Mutabakatı’nı reddeden
Türkistan İslami Parti gibi yabancı örgütler ve Ceyş el İzze gibi
kendini ÖSO diye tanıtan yapılar da var.
Türkiye 15 Ekim’e kadar yükümlülüklerini yerine getiremezse Rusya ile ilişkiler nasıl etkilenir?
Yani İdlib’de Türkiye’nin üstlendiği rol Erdoğan eliyle
tasfiye misyonudur. Bu misyon için Vladimir Putin, Tayyip Erdoğan’a şans
tanıdı. Türkiye sözünü tutamazsa Rusya’nın operasyon planının önündeki
gerekçe geçerliliğini yitirir. Şimdi top bir aylığına Türkiye’nin
sahasında.
Türkiye dediğini yapamazsa top Rusya’nın sahasına geçecek ve Türkiye’nin yol haritasının başarısız olduğu ilan edilecek.
Türkiye, Rusya’nın karşısında fazla direnemeyecek. Diyelim
tampon bölge kuruldu fakat buradaki örgütler uzlaşma sürecine girmeyi
reddetti. Ki cihatçı rezerv alanına dönen İdlib uzlaşı mekanizmasını
reddedenlerle dolu. İlelebed 100 bine yakın savaşçının burada
kümelenmesine kimse göz yumamaz.
Tampon bölge kurulsa da eninde sonunda bu bölgeye bir
operasyon düzenlenmesi kaçınılmaz gibi gözüküyor. Elbette bu operasyonun
şeklinin ve çapının ne olacağını kestirmek zor. O vakte kadar belki
direnecek potansiyel biraz daha erimiş olur. Bazı unsurlar silah
bırakmaya yanaşabilir. Bilemiyoruz, kestirmek o kadar kolay değil. Bu
biraz da Türkiye’den artık yardım görüp göremeyeceklerine bağlı.
Türkiye burada ikili oynuyor; hem rejimin olası
saldırılarına hazır olun diyor hem müzakere sürecini teşvik ediyor.
Özetle günün sonunda Türkiye de kendisinin en az zarara uğrayacağı bir
yaklaşımla bu operasyona göz yummak zorunda kalabilir. Operasyon
aşamasında Rusya ve Türkiye arasındaki ikili ilişkiler yeni bir test
sürecine girmiş olacaktır.
İki taraf inişli çıkışlı gidişata rağmen ikili ilişkileri
başka bir şeye feda etmeme eğiliminde. Malum ilişkiler kırılganlıklarına
rağmen ekonomik boyutuyla derinleşiyor. S-400 anlaşmasıyla buna savunma
ayağı da eklendi. Bu klasik ittifaklar konsepti açısından az bir şey
değil. Türkiye AB-ABD cephesiyle bu kadar sorunlu bir dönemden geçerken
Rusya ile bir çöküşü göze alamayabilir. Aynı şey Rusya için de geçerli.
Türkiye’nin Suriye sınırını Kürtlerden temizleyip Sunni Arap yapma projesi tutar mı?
Bunu yapamaz. Diyeceksiniz ki Afrin’e girdi ve YPG’yi
uzaklaştırdı. Afrin kuşatılmış ve diğer bölgelerden izole bir yerdi.
Orada başka dengeler Türkiye’nin işini kolaylaştırdı. Her şeyden önce
Rusya yeşil ışık yaktı. Üstelik Rusya, Suriye ordusunun bölgeye
sokulması seçeneğini son aşamada “Artık çok geç” diyerek önledi.
Türkiye Afrin’de demografik yapıya müdahale ediyor ama
oluşturduğu yeni statükoyu kendi güçlerini o bölgede uzun süre tutmadığı
sürede koruyamaz. Yarın asıl sahipleri geldiğinde sonradan
yerleştirilmiş Arap nüfus gitmek zorunda kalacak. Türkiye’nin Afrin’de
temizledik dediği bütün unsurlar TSK çekildiği an olduğu gibi geri
dönecek.
Bu hiçbir sonuç garantisi olmayan bir müdahale türü.
Üstelik halklar arasına düşmanlık tohumları bırakan bir politika.
Türkiye, Suriye’nin kentlerine kendi kentiymiş gibi muamele ediyor. Bu
heves oyalayan ve geleceği olmayan bir yol. Afrin’den sonra müdahale
etmek istedikleri Kobani ve Cezire bölgeleri var.
Sanırım soru asıl burayla ilgili. İki bölge arasındaki bağı
koparmak için Arap yoğunluklu Tel Ebyad’an girip bir yarık oluşturmayı
düşlüyorlar. Burada caydırıcı faktör ABD. Amerikalılar, Ankara’nın
gazını almak için Afrin’e ses çıkarmadı ama Fırat’ın doğusuna müdahalede
aynı şey söz konusu olmayabilir.
El Bab sonrası Menbic’e müdahalede daha avantajlı bir
konumdaydılar ve o plan ABD’ye takıldı. Washington’la bir yılı aşkın
pazarlıktan sonra topu topu ortak devriye gezmek gibi bir seçeneğe razı
geldiler. Kobani-Cezire hattına müdahalede Rusya ve Suriye’nin tutumu da
önemli. Şu aşamada Şam ve Moskova Kürtleri müzakere yoluyla kazanmaktan
yana. Türk müdahalesi her şeyi alt üst edebilir.
Ayrıca operasyon alanı genişledikçe Türkiye açısından
riskler ve maliyetler artıyor. Türkiye mevcut ekonomik tablo ve sahadaki
caydırıcı faktörlerle coğrafyayı hallaç pamuğu gibi atacak bir macerayı
kaldıramaz. Türkiye’nin bu tür bir müdahalesi sadece Kürtler değil
Araplar ve diğer halklar arasında da düşmanca görülüyor. Herkes Türk
bayrağı gelsin şehirlerimizde dalgalansın diye beklemiyor. Bu iş MİT’in
yönlendirdiği grupların Azez’de Türk bayrağı dalgalandırmasına benzemez.
Savaşın uzamasının Türkiye açısından muhtemel sonuçları ne olur?
İdlib’de cihatçılara kalkan olmanın yanı sıra Türkiye,
Kürtlerle savaşı derinleştirmekte ısrar ediyor. Bir kere bu
politikalarla içeride Kürtlerle barış zeminini de yok ediyorlar.
Türkiye’nin bir sürü illeti beraberinde getiren hastalıklı Suriye
politikasından ve takıntılarından kurtulması gerekiyor. Halihazırda
zaten yeterince belayı kucağında bulmuş durumda.
İdlib cephesi açık kaldığı sürece Batı-Körfez blokunun
bölgeye müdahale bahaneleri bitmeyecektir. Türkiye’nin kendi sınır
hatları istikrarsızlaşıyor. Müdahale alanı genişledikçe istikrarsızlık
artacak. İdlib’deki cihatçı bakiye de Türkiye’ye havale edilmiş oldu. Bu
başlı başına bir bela. Son yedi yılda cihatçı unsur bir şekilde
Türkiye’nin sınır bölgelerinde kendilerine paralel hayatlar da kurdular.
Türkiye’ye nüfus kabiliyeti artan bu unsurlar daha da
yerleşik hale gelecek. Ayrıca Suriye savaşı Türkiye’nin İslamcı
potansiyelini dönüştürüyor. AKP bu gidişata çok prim verdi. Türkiye
vatandaşı binlerce kişi bu savaşta radikal örgütlerle birlikte yer aldı.
Yarın hepsi dönecek. Buna ilaveten yabancı savaşçılar da
Türkiye’yi en korunaklı yer olarak görüyor. “Suriye’den çıkarsanız
nereye gideceksiniz” diye sorulduğunda “Önce Türkiye’ye, oradan
Avrupa’ya geçebilirsek geçeriz, olmazsa Türkiye’de kalırız” diyorlar.
Rota bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder