Televizyonların ve diğer medya organlarının bize sürekli yalan söylediğine ve düşüncelerimizi manipüle etmek için çabaladığına inanıyor musunuz?
Dünya genelinde medyanın sürekli olarak insanları yönlendirmeye çalıştığına, onlara yalan söylediğine ve gerçekleri gizlediğine dair bir inanç vardır. İnsanlar televizyonların ve diğer medya organlarının bize sürekli yalan söylediğine ve düşüncelerimizi manipüle etmek için çabaladığına inanıyor. Peki gerçekten böyle mi? Kesin bir şey söylemek mümkün değil, ancak beynimizin bu türden oyunlara kanmaya meyilli olduğunu söylemek gerek. Beynimizin her gün gelen tonlarca bilgiyi işlerken yanlış anlamalara müsait hale gelmesi hiç de şaşırtıcı değil. İşin daha da ilginci eğitimli ve akıllı insanlar bilişsel hatalara düşme konusunda daha meyilli oluyor. Biacaip olarak medyanın sıkça, bizi bir şeylere inandırmak veya düşüncelerimizi etkilemek için kullandığı psikolojik etkileri ve zihin oyunlarını derledik.
1. Uykucu Etkisi
Uykucu etkisi, “ikna edici mesajın anında
etkili olmayıp, beklenen etkinin belirli bir zaman dilimi sonunda belirmesi”
şeklinde tanımlayabileceğimiz bir tür ertelenmiş ikna etkisidir. Yalan haberin
ikna ve etki sürecini tam olarak tanımlayan kavram Türkçeye “Uykucu
Etkisi” şeklinde tercüme edilmiştir. Kavramı Psikolog Carl
Hovland ileri sürmüştür. Hovland’a göre; inandırıcılık düzeyi
düşük bir kaynaktan gelen bir mesajın başlangıçta ikna etkisinin
olmayabileceği, ama aradan belli bir zaman geçtikten sonra, mesajın
hatırlanmasına rağmen kaynağın unutulması nedeniyle inandırıcılığının
artabileceği belirtilmektedir.
Hovland’ın tezine göre, insan kendisine
aktarılan bilgiyi hafızasında tutar, ama bu bilgiyi ona iletenleri zaman içinde
unutur. Yani bir kişi, hiç de güvenilir olmayan, hatta yalanlarıyla kredisini
yitirmiş bir kaynaktan aldığı bilgiyi hafızasında tutarken, o bilginin kaynağı
hafızasından silinir. Böylece güvenilir olmayan kaynaklardan alınan bilgiler,
belli bir süre sonra (uyku) hafızada “gerçek” olarak kalır.
Bu etki birçok ortamda test ediliyor ve
görülüyor ki uykucu etkisi kendisini en çok, mesajın kaynağının çok güvenilmez
olduğu ve kaynağı bilgiden sonra öğrendiğimiz durumlarda görülüyor. Bize
bilgiyi aktaran kaynak o kadar güvenilmez olacak ki, ortamdan çıktığımız anda
bilgiyi de kaynağı da unutacağız, hiç düşünmeyeceğiz, kimseyle konuşma gereği
bile duymayacağız. Ancak o kaynağı öğrenmeden önce duyduğumuz bilgiyi
bilinçaltında tekrar ede ede bir süre sonra ona inanmaya başlayacağız.
2. Çerçeveleme Etkisi
Bir mesaj
farklı yollarla iletilirse, alıcı tarafından farklı şekillerde de alınır. Nasıl
sunulduğuna bağlı olarak, insanlar aynı durumlara farklı şekilde tepki verir.
Bu beyin defosuna “çerçeveleme etkisi” deniyor. Çerçeveleme etkisi
günümüzde gazeteciler tarafından en çok kullanılan etki yönetimi yöntemlerinden
biridir. Sosyolojik ve sosyo-psikolojik olmak üzere iki perspektifi vardır. Framing,
yani çerçeveleme; bir olayın hangi çerçeve içerisinde anlatıldığına göre
birbirinden tamamıyla zıt olabilecek kadar farklı etkiler yaratır. Framing
sadece habercilikte değil, ekonomi, politika gibi birçok farklı alanda
kullanılır.
Bu kuram
anlatılırken habercilikte en çok verilen örnek aşağıda göreceğiniz fotoğraftır.
Bir gazetede fotoğrafın sol tarafını görüyorsanız askerin acımasız olduğunu,
sağ tarafını görüyorsanız askerin merhametli olduğunu düşünürsünüz. Gerçeği
anlamak için ortadaki tam resmi görmeniz gerekir ki nerdeyse hiçbir gazete bunu
bu şekilde basmaz.
Çerçeveleme etkisine bir örnek vermemiz gerekirse:
600 kişilik bir şehirde ölümcül bir hastalık salgını başlaması muhtemeldir. Sizden şehrin salgınla mücadele etmesine yardımcı olacak bir strateji seçmeniz isteniyor.
A seçeneği ile 200 kişinin hayatı kurtulacaktır.
B seçeneği ile %33 ihtimal ile 600 kişinin tamamının hayatı kurtulacak, %66 ihtimal ile hiç kimsenin hayatı kurtulamayacaktır.
Bu durumda araştırmaya katılanların %72’si A şıkkını seçmiştir.
Fakat aynı seçenekler yeniden düzenlenip, çerçevelenince çok ilginç sonuçlara ulaşılmıştır.
C seçeneği ile 400 kişi ölecektir.
D seçeneği ile %33 ihtimal ile hiç kimse ölmeyecek fakat %66 ihtimal ile 600 kişinin tamamı ölecektir.
Görüldüğü üzere bu seçeneklerin sonuç olarak birbirinden hiçbir farkı yoktur, sadece ifade biçimi değiştirilmiş ve pozitif ya da negatif çerçevemeleye göre “hayatın kurtulması” ya da “ölmek” ifadeleri katılımcılarda bambaşka algılar uyandırıp bambaşka seçimler yapmasına yol açmıştır.
Bu sefer katılımcıların %78’i D seçeneğini seçmiştir.
3. Semmelweis Refleksi
“Semmelweis refleksi” insanların bir bilgiyi otomatik (refleks) olarak hiçbir tecrübe veya gözleme tabi tutmadan reddetmeleri durumuna deniyor. Yaşadığımız hayatta birçok gerçek mevcut, beynimiz bu gerçekler arasından bizim beklentilerimize ve ideallerimize en uygun olanları seçme eğiliminde oluyor. Aynı zamanda düşüncelerimizle, görüşümüzle çelişen bilgileri ve gerçekleri kabul etmeyi de reddediyor, işte bu Semmelweis Refleksi olarak adlandırılıyor.
İşte sürekli aynı TV kanallarını izleyip aynı gazeteleri okumak ve hatta aynı internet sitelerine girmemiz hep bu yüzden. Seçerek izlediğimiz basın yayın organlarındaki bilgileri bu kadar kolay kabul etmemiz de bu sebepten ötürü, çünkü dünya görüşümüze ve düşüncelerimize uygun içerikler sağlıyorlar. Eğer bir şeyin zararlı veya yanlış olduğuna inanmıyorsanız, en ciddi gazetede en güvenilir yazarın kaleme aldığı tersi yönde bir görüşü kabul etmeniz neredeyse imkansız oluyor, Semmelweis Refleksi sebebiyle.
Bu gündelik yaşamımıza da yansıyor. Negatif insanlar karşısındaki kişinin sürekli olarak hatalarına ve yanlışlarına odaklanıyor, tersine bir şeye bir kişiye hayran olanlar ise o kişinin bariz hatalarını dahi görmezden geliyor. Bu da bize şunu hatırlatıyor, aşkın gözü kör değil de Semmelweis Refleksi fazla sanki.
4. Tanımlanabilir Mağdur Etkisi
İnsanın bilinmeyen birden çok kişi yerine bir hedef kişiyi kurtarmak için mücadele etmeye daha meyilli olduğunu söyleyen etki teorisidir.
Dünya genelinde her gün binlerce insan kaybolmakta ve binlercesi açlıktan ölmektedir, ancak medyada bunları neredeyse hiç görmeyiz. Ancak tecavüze uğramış bir kişinin haberini günlerce medya tüm detaylarıyla verebilmektedir.
Bunun sebebi, belli bir kişiyle ilgili bir mesajın istatistik verilerden daha etkili olduğu gerçeğidir. Stalin bunu “bir kişinin ölümü trajedidir, milyonların ölümü ise istatistik.” Sözüyle çok net şekilde özetlemiştir.
İnsanın, kurbanı tanıması, onun kim olduğunu bilmesi daha duygusal tepki vermesine sebep olur. Bu sadece insanlar arasında böyle değildir, hükümetler de bir grup insana yardım etmektense belirli bir kişiye yardım etmeyi daha politik bulurlar.
Bu konu ile ilgili olarak yürütülen bir deneyde, deneklere anket doldurmaları karşılığında beşer dolar ödenmiş ve bu ödemeden Afrika’daki aç çocuklar için ne kadar yardım yapacakları araştırılmış. Bir gruba Afrika’daki milyonlarca çocuğa yardım yapacak bir dernekten bahsedilerek ne kadar yardım yapmak istedikleri sorulmuş, diğer gruba ise belli bir örnek olarak Rokia isimli Afrikalı bir kız çocuğu için yardım toplanacağı söylenerek yardım istenmiştir. İlk durumda katılımcıların yaptıkları bağış kazandıkları paranın ortalama %23’ü olurken, tanımlanabilir kurban durumunda bu miktar iki katından fazla yani %48 olarak bulunmuştur.
5. Demirleme Etkisi
Demirleme (Anchoring) Etkisi insanların herhangi bir konu hakkında duyduğu ilk bilgiyi daha sonra gelişecek karar verme süreçleri içerisinden hiçbir zaman akıllarından çıkaramaması olarak tanımlanıyor. Kabaca bu etki, herhangi bir konuyla ilgili tahmin veya kararların, daha önceden bu konuyla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir “Çapa” sonrasında değerlendirildiğinde, tahmin ve kararların anlamsızca önemli ölçüde etkilenmesidir.
Ekonomi Nobel ödülü sahibi psikolog Daniel Kahneman ve bilişsel bilimci Amos Tversky ortaya attıkları demirleme etkisini, 1974 yılında yayımlanan “judgment under uncertainty: heuristics and biases” adlı makalelerinde yer verdikleri bir deney ile gösteriyorlar:
1’den 100’e kadar olan sayıların yer aldığı bir çark çevriliyor ve daha sonra deneklerden Afrika ülkeleri tarafından hesaplanan birleşmiş milletler üyeliği yüzdesi hakkında bir tahmin yapmaları isteniyor. Bahsedilen yüzdenin çarkın işaret ettiği sayıdan yüksek mi yoksa alçak mı olduğu sorularak net bir tahminde bulunmaları bekleniyor. Bu tahminlerin sonucunda, sorulan soruyla alakasız rastgele rakamlar gösteren çarkın, deneklerin tahminlerini etkilediği görülüyor. Çarkın gösterdiği sayı 10 iken deneklerin yaptığı tahminlerin ortalaması %25, çarkın gösterdiği sayı 60 iken deneklerin yaptığı tahminlerin ortalaması %45 oluyor.
Bir başka örnekte ise yargıçlara sahte davalar sunularak, karar vermeden önce zar atmaları isteniyor, ardından attıkları zarlar ve verdikleri cezalar karşılaştırıldığında yüksek zar atanların daha uzun cezalar verdikleri görülüyor.
Medya ise bu etkiyi olayların sadece belli bir yönünü tartışarak, olaylara diğer açıdan bakmayarak kullanıyor. İnsanlara sadece düşünmelerini istedikleri bir “Çapa” veriyorlar ve kararlarını verirken bu çapanın onları etkileyeceğini düşünüyorlar. Bu durumda olayın tüm yönlerini bilmeyen ve bilinçaltına işlenmiş bir çapa ile düşünen kişi yönlendirilmiş bir karar vermek durumunda kalıyor. Mesela yeni kimyasal gübreleri avantajlarının tartışıldığı bir programda çiftçinin bu gübrelerle birkaç kat daha fazla ürün hasat edeceğinden bahsedip, gübreden ürüne oradan da insan vücuduna geçecek içerikten hiç bahsetmezseniz programı izleyen herkes gübrenin çok faydalı olduğuna inanacaktır.
6. Üçüncü Kişi Etkisi.
İnsanlar,
kendileri dışında üçüncü kişilerin medyanın verdiği mesajlara karşı daha
duyarlı olduğunu ve bunlardan daha fazla etkilendiklerini düşünürler. Kişilerin
başkaları üzerinde algıladıkları bu etki ile kendileri üzerinde algıladıkları
etki arasındaki farka “üçüncü kişi etkisi” denir.
Bu şekilde
kendimizi medyadan daha fazla etkilendiğine inandığımız insanlardan ayırmış
oluruz, bu da kendimize olan güvenimizi arttırır.
1983’te Davison
tarafından oluşturulan bu kurama göre üçüncü kişi etkisi yani bireyin ‘ben
medyadan etkilenmem ama diğerleri yani üçüncü kişiler bayağı bayağı
etkileniyor’ düşüncesi sosyal mesafeyle doğru oranda artmaktadır. Yani bu demek
oluyor ki belli bir siyasi partiye oy veren bir birey aynı siyasi partiye oy
veren diğer insanların da medyadan- diğer üçüncü kişilere nazaran -daha az
etkilendiğine inanırken başka partiye oy veren insanların daha fazla
etkilendiğine inanır. Kısacası birbirine zıt kutuplar her zaman diğer tarafın
kolay etkilenebilen, daha naif bir ifadeyle ‘saf’ kişiler olduğunu düşünür.
7. Parasosyal Etkileşim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder