Türkeş
Arusiler'le gizlice görüşürdü
25 Ağustos
2001 günü, Musevi kökenli ünlü iş adamı Üzeyir Garih Eyüp Mezarlığı'nda
bıçaklanarak öldürüldüğünde, herkes Garih'in Müslüman mezarlığında ne işi
olduğunu tartıştı. Garih'in cesedinin Mareşal Fevzi Çakmak'ın kabrinin
yanıbaşında bulunması çeşitli komplo teorileriyle yorumlandı. Cesedin
yakınlarında bir kabir daha vardı: Küçük Hüseyin Efendi'nin kabri.
İlk gün
gözden kaçan bu küçük ayrıntı, ertesi gün Garih olayının göbeğine oturdu.
Garih'in Eyüp Mezarlığı'nda yatan Nakşibendi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin
kabrini düzenli olarak ziyaret ettiği ortaya çıktı. 1930 yılında vefat eden
Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin Garih'in babası ile yakın dost oldukları,
hatta iki kişi arasında neredeyse şeyh-mürit ilişkisi olduğu iddiaları gündeme
geldi. Üzeyir Garih'in Küçük Hüseyin Efendi'nin mezarını yaptırttığı da ortaya
çıktı. İddialara göre Garih'in babası gizlice Müslüman olmuştu. Öte yandan
yaptığımız araştırmalar sonucunda Musevi işadamı Üzeyir Garih ile yakın
ilişkisi bulunan MHP'nin efsanevi lideri Alparslan Türkeş'in Küçük Hüseyin
Efendi'nin müritlerinden Ömer Fevzi Mardin'in kurucusu olduğu Arusilik'le yakın
ilişkisini ortaya çıkarmış, hazırladığımız bir kitapta bu bilgileri kamuoyuna
aktarmıştık. Böylece kamuoyu Arusilik adıyla anılan tasavvufi akımın varlığına
tanık oldu (Öldüren Sır: Garih/Sıradışı Bir Musevinin Portresi, Bakış
Yayınları, Kasım 2001).
ARUSİ
SEVGİSİ MEZARA KADAR
1917'de
Kıbrıs'ta dünyaya gelen Alparslan Türkeş, 1944'teki Turancılık Davası'ndan
yargılanarak hapis yatan genç bir üsteğmen iken 27 Mayıs 1960'taki askeri
darbede ihtilalin kudretli albayı oldu. Türkeş, ihtilali yapan askeri heyet
içindeki ihtilafların ardından 13 arkadaşı ile tasfiye edildi. Hindistan'a
askeri ataşe olarak sürgün edilen Türkeş, Türkiye'ye döndükten sonra siyasete
atıldı. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne giren Türkeş, bilahare Genel
Başkan oldu. Partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi.
Türkeş, 1970'lerdeki Milliyetçi Cephe Hükümetleri'ne koalisyon ortağı olarak
katıldı, Başbakan Yardımcılığı görevlerini üstlendi.
Arusiler
Türkeş'i sevdi
1980'de Türk
Silahlı Kuvvetleri siyasal şiddet olayları ve siyasal istikrarsızlık
gerekçesiyle yönetime el koydu. Türkeş ve diğer MHP yöneticileri de askeri
mahkemelerde yargılanarak yıllarca hapis yattılar. 1989'da siyaset yasağının
kaldırılmasının ardından Türkeş MÇP'nin başına geçti. 1991'deki seçimlerde
Necmettin Erbakan'ın RP'si ile seçim ittifakı yaparak yeniden Meclis'e girdi.
Bu arada MÇP'nin ismi de MHP olarak değiştirildi. 1995 seçimlerinde parlamento
dışı kalan Türkeş, bu dönemde uzlaşmacı bir lider profili çizerek ülke siyaseti
üzerinde etkili oldu. Türk siyasi hayatının en tartışmalı liderlerinden biri
olan Türkeş 1997"de vefat etti.
Türkeş"in
siyasi kimliğinin yanı sıra ruh dünyası da ilginçti. Türkeş"in bazı cemaat
liderlerini ve tarikat şeyhlerini gizlice ziyaret ettiği ülkücü camia
içerisinde konuşuluyordu. Türkeş"in çok yakın çevresinin bildiği bu
ilişkiler vefatından sonra parça parça da olsa ortaya çıktı. Türkeş"in büyük
yakınlık duyduğu tarikatlerden biri de Arusilik"ti. Türkeş, Küçük Hüseyin
Efendi'nin müritlerinden Ömer Fevzi Mardin'in kurduğu Arusiliğin şeyhleriyle
1960"lardan vefatına kadar görüştü.
İlk adı
Hüseyin Feyzullah
Hüseyin
Efendi"nin Türkeş"in ailesi ile tanıştığı da ortaya çıktı. Ailenin
tanışıklığını açıklayan sıradan bir kişi değil, Türkeş ailesinin yakından
tanıdığı ve saygı duyduğu Mehmet Faik Erbil'di. Erbil, Arusiler'in en önde
gelen isimleri arasında yer alıyor. Erbil, Türkeş'in sağlığında sık sık ziyaret
ettiği bir kişi. Erbil, yıllardır dile getirilen bir iddiaya da açıklık
getiriyor. İddia, Alparslan Türkeş'in ilk adının Hüseyin Feyzullah olduğudur.
Hüseyin Küçük Hüseyin Efendi'ye, Feyzullah ise Küçük Hüseyin Efendi'nin şeyhi
Feyzullah Efendi'ye nispettir. Bu ismi Türkeş'in babası Ahmet Hamdi Bey ve
annesi Fatma Zehra Hanım koydu. Türkeş'in dedesi Tuzlalı Arif Ağa da Şeyh
Feyzullah Efendi ile aynı dönemde Sultan Abdulaziz tarafından sürgün edildi.
Arif Ağa Kayseri'den Kıbrıs'a, Nakşi Şeyhi Feyzullah Efendi ise İstanbul'dan
Midilli'ye gönderildi.
'Bu çocuğa
dikkat edin'
Türkeş'e
Hüseyin Feyzullah ismin verilmesinin hikayesini Mehmet Faik Erbil şöyle
anlatıyor: "Bildiğim kadariyle rahmetli Hacı Alpaslan Türkeş'in nüfus
kaydındaki ismi Hüseyin Feyzullah'tır. Bunun aslı şudur: Biz işin aslını
biliyorduk ama vesile teşvik etmişken kendisinin 1989 senesinde bize söylediği
bir sözü burada nakledelim: 'Ankaralı Büyük Evliyâ'dan Küçük Hüseyin Efendi
Hazretleri'nin huzuruna kendisi 7-10 yaşları arasında iken ebeveyni tarafından
getirilmiş ve mübârek zât kendisine bakarak, şahâdet parmağı ile işaret eyleyip
'Bu çocuk... Bu çocuğa dikkat edin. Türk tarihi bu çocuğu altın harflerle
yazacaktır' diye buyurmuşlardır. Buradaki incelik şudur: Alâkaları sebebiyle
daha önce ebeveyni oğullarına huzuruna getirdikleri mübâreğin ve mürşidinin
ismi şeriflerini koymuşlar."
Arusi Şeyhi
Mehmet Faik Erbil"in sözünü ettiği Küçük Hüseyin Efendi 1930"da
İstanbul'da vefat ederek Eyüp Sultan Mezarlığı"nda toprağa verildi. Küçük
Hüseyin Efendi'nin mütevazi mezarının hemen yanında ise Mareşal Fevzi Çakmak ve
ailesinin kabristanı yer alıyor.
Küçük
Hüseyin Efendi'nin ÜNLÜ MÜRİTLERİ
Mehmet Faik
Erbil Efendi, Küçük Hüseyin Efendi'nin yanısıra tarikatlere mensup ünlü
isimleri açıklıyor:
"Yolumuzun
ulularından Arif-i Zât-ı Billah Esseyyid Mevlâna Küçük Hüseyin Efendi'ye ve
Halife-i Hassası Zât Mürşidi Esseyyid Ömer Fevzi Mardin Hazretleri'ni
zikrettikten sonra terbiyesinde yetişmiş pekçok değerli dervişlerinden
birkaçının isimlerini burada dercetmek istiyoruz: Eski Başvekillerimizinden
vatanperver Hüseyin Rauf Orbay, beynelmilel tıp ilmi ile mücehhez Ord. Prof.
Dr. Hasan Reşat Sığındım, yine tıp âleminden Ord. Prof. Dr. ve aynı zamanda
Paşabahçe Tezyin-i Sanatlar Hocası muhterem Ahmet Süheyl Ünver, Washington Büyükelçimiz
Münir Ertegün, eski Adliye ve Hariciye Vekillerimizden Ord. Prof. Dr. Yusuf
Kemal Tengirşenk, Sağlık eski Bakanlarından Tıp Profesörü Dr. Nihat Reşat
Belger, Atina Büyükelçimiz Enis Akaygen, Müzeler Umum Müdürü Prof. Dr. Burhan
Toprak ve Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak ve teğmen rütbesi ile huzuruna varıp
mübareğin kendisine gösterdiği keramet üzerine ömrünün son demine kadar mum
ışığında Kur'ân-ı Kerîm okuyan Balıkesir Kumandanı Korgeneral Kurtcebe Noyan
Paşa. Bu vesile ile ayrıca belirtmiş olalım ki Halvetî Tarîkati'nden Şark
Orduları Başkomutanı Kazım Karabekir Paşa, Mevlevî Tarîkati'nden Hava
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tekin Arıburun (Paşa) ve aziz şeyhimin
"Ordumuzun en değerli paşası Faik Türün Paşa'dır" diye buyurduğu 1970
ve 1973 arasında İstanbul 1. Ordu Kumandanı Org. Faik Türün Paşa da birer
mübarek tarîkat mensubudurlar.
Cenab-ı
Allah bu şerefli zâtların cümlesine gâni gâni rahmet eylesin. Beşiktaş'ta T.
Arıburun Paşa ile görüştüğümüzde "18 oy daha alsaydınız, bugün
Cumhurbaşkanı'ydınız, paşam" dediğimde bana cevap olarak "Hakk tazyik
edilmez ki" demeleri üzerine kendilerini tebrik ettim. Not: Rahmetli
Mareşal M. Fevzi Çakmak vasiyeti üzere, mürşidi Ankaralı Küçük Hüseyin Efendi
Hazretleri'nin türbesinin yanında medfun olup, dolayısıyla damadı rahmetli
Prof. Dr. Burhan Toprak da aynı sıradadır."
Koç'larla
aile dostları
Ord. Prof.
Hasan Reşat Sığındım (Ender Mermerci'nin babası), İbnülemin Mahmut Kemal
İnal'ın babası Mühürdar Mehmet Emin Paşa, Nurettin Topçu'nun şeyhi Abdulaziz
Bekkine, Musevi doktor Salih Arazraki, Üzeyir Garih'in diş hekimi babası Azra
Garih, Devlet Bakanı Ali Babacan'ın halası Hatice Suat Babacan'ın annesi Naciye
Hanım (Şeyh Yahya Dergahı'nın son postnişini Abdulhay Öztoprak'ın eşi) da Küçük
Hüseyin Efendi'nin müritlerinden. Koç Holding'in duayenlerinden Can Kıraç'ın
eşi İnci Kıraç da Küçük Hüseyin Efendi'nin torunlarından. Sevgi (Koç)Gönül de
Küçük Hüseyin Efendi'nin torunlarından Sabiha Hanım'ın aile dostları arasında
yer aldığını açıklamıştı.
Başbakan Ürgüplü de mezarı ziyaret ederdi
Mehmet Faik
Erbil, İsmet Paşa döneminin bakanlarından Suat Hayri Ürgüplü ve babası
Şeyhülislam Hayri Efendi'nin Küçük Hüseyin Efendi ile ilişkisini şöyle
anlatıyor: "Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin huzuruna, büyük bir evliya
olduğunu öğrenen Ürgüplü'nün babası o devrin Şeyhülislâmı Hayri Efendi
gelirler. Hayri Efendi: "Efendim tahsiliniz nedir?" diye sorarlar.
Mübarek şu cevabı verirler: "Maksûd." Bunun üzerine Hayri Efendi
istihza ile güler ve şöyle söyler? "Aman efendim. Benim odacım dahi maksûd
dersini çoktan geçti." Akabinde alaycı bir tavırla anlayamadığını ifade
eder. Mübarek yine "Maksûd evladım" cevabını verirler. Şeyhülislâm
Efendi huzurundan ayrılırlar, fakat maksûd kelimesi kendilerini ömürleri
boyunca meşgûl eder. Aradan onbeş sene geçer ve maksûdun yüce ifadesini bir hâl
üzere Kur'ân'dan öğrenmiş olurlar. O da şudur: "Maksûd, âlem-i cemâle
intikâl etmeden önce dünyasında iken Rabbını gören Allah'ın saltanatlı
velileridir. Zirâ onlar daha dünya hayatında iken maksûda ermişlerdir."
Bunun
üzerine Hayri Efendi ah-vah eder, cehlini itiraf için mübareğin huzur-u
şeriflerine girmek ister. Bir dostu "Peki, bu arzunu yerine getireyim.
Haydi kalk gidelim"der. Eyüpsultan'a gelirler ve oradan kabristana
yönelirler. Bu esnada Hayri Efendi durur. "Yoksa mübârek bu âlemden
çekildi mi?" diyerek refikine sorarlar. "Evet. Türbesine
gidiyoruz" cevabını alınca aynın şöyle dövünürler. "Eyvah! Hayri
Efendi, sen ne halt ettin? Meğerse ben ne kadar cahilmişim." Türbe-i Şerif'i
ziyaretten sonra oğlu Suat Ürgüplü'ye şu vasiyette bulunurlar: "Ey oğlum.
Bir gün başın sıkışırsa Eyüp tepesinde türbesi bulunan mübarek zât Küçük
Hüseyin Efendi Hazretleri'ni ziyaret et, müşkülünün halli için o mübârek kapıda
Allah'a yalvar. Muhakkak Allah yardımcın olacaktır." Ürgüplü Tekel Bakanı
iken hakkında açılan dava karşısında Küçük Hüseyin Efendi'nin makam-ı şerifine
giderek Allah'a şu niyazda bulunur: "Ey Allahım. Suçlu değilim. Aile
şerefimiz ayaklar altına alınmak isteniyor. Huzurunda bulunduğum mübaret zatın
yüzü suyu hürmetine bu iftira davasından beni kurtar" diyerek hüngür
hüngür ağlayarak, yapıştığı türbenin demirleri dua esnasında devamlı salıncak
gibi sallanır. Ve tam yedi gün sonra her türlü baskıya rağmen beraat kararını
almıştır. Ondan sonra mübareği unutmamış ve fırsat buldukça ziyaretine
gitmiştir.
MHP lideri
Türkeş yaşamı boyunca Arusiler'e şükran duydu.1964'de siyasete atılırken Arusi
Şeyhi Mustafa Aziz Çınar'a danışan Türkeş, bu özel görüşmede neler
konuşulduğunu sır gibi sakladı. 25 yıl boyunca sakladığı sırrı bir başka Arusi
şeyhine açan Türkeş, 12 Eylül öncesinde ülkücü gençlerin öldürülmesinden
kendisinin sorumlu tutulduğunu gözbebekleri dolarak anlatarak partisinden
istifayı düşündüğünü söyledi.
MHP lideri
ve ülkücülerin Başbuğu Alparslan Türkeş'in gizli dünyasında önemli bir yer
tutan Arusilik Tunus/Libya kökenli bir tasavvuf hareketi. Arusiler Osmanlı
Devleti'ne bağlılıklarıyla tanınıyorlar. Birinci Dünya Savaşı'nın yanısıra
Kurtuluş Savaşı'nda da maddi ve manevi olarak Türkiye'yi desteklediler. Tarikate
adını veren Ahmed bin Arus'tur. Tarikat asıl ününü, Ahmet Bin Arus'un müridi
Selim Feyturi'nin oğlu Seyyid Abdusselam El Esmer ile kazandı. Ahmed bin Arus
Horasan'dan Afrika'ya gelen Şeyh Fethullah-ul Acemi'yyul Horasani'ye intisab
etti. Ahmed bin Arus Tarikat-i Sazeliyye'den de halifelik almış olmakla
birlikte, Medyeniyye, Sazeliyye, Cestiyye ve Kadiri tarikatlarinin bazı
özelliklerini birleştirerek müstakil bir hüviyet kazandı. Seyyid Abdusselam ise
1460-1560 tarihleri arasinda yaşadı. Dergahı Libya Zileytin kasabasındadır.
Arusuilik Osmanlı zamanında Afrika'da yayılabildi. Girit, İzmir gibi yerlere
değişik zamanlarda Arusi şeyhleri gönderildi, ancak İstanbul'da zuhur etmesi
1900'lerin ortalarını buldu. İstanbul'da Arusiliğin ilk müntesibi Şehbenderzade
Filibeli Ahmet Hilmi'ydi.
İlk Arusi
Filibeli Ahmet Hilmi
Sultan 2.
Abdülhamid tarafından Fizan'a sürgün edilen aydın, yazar ve bilim adamı
Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, burada iken Arusi tarikatine intisap etti.
Ahmet Hilmi Bey, 1913'te Şeyh Mihriddin Arusi adıyla, 'İki Gavs-ı Enam:
Abdülkadir ve Abdüsselam' isimli bir broşür yayınladı. Bu eserinde Abdülkadir
Geylani ve Şeyh Abdusselam'ı tanıttı. Bir iddiaya göre masonların
faaliyetlerini deşifre eden Ahmet Hilmi zehirlenerek öldürüldü. Ancak Arusilik
asıl olarak soyu Abdülkadir Geylani'ye dayandırılan ve Mardin'de Şirin Dede
namı ile maruf Kadiri şeyhi zatın torunlarından, Sultan 2. Abdülhamid devrinde
kazaskerlik yapan, İmam-ı Gazali'nin İhya-i Ulum-iddin adlı eserine ondokuz
cilt Türkçe şerh yazan Yusuf Sıdkı Efendi'nin torunu Ömer Fevzi Mardin
tarafından kuruldu. Ömer Fevzi Mardin, hem aile çevresi içinde manevi terbiye
ile yetişti, devrinin askeri okullarından mezuniyet ile orduya katılarak
binbaşılık rütbesine kadar yükseldi. Teğmenlik yıllarında İttihat ve Terakki
Cemiyeti'ne katılan Ömer Fevzi Mardin, Osmanlı Devleti'nin İtalyanlar ile
yaptığı Trablusgarb Harbi'nde Hamidiye kahramanı namını Rauf Orbay ile
paylaştı. Dönemin hükümeti tarafından ödüllendirilmek istenen Mardin, sadece
Hamidiye Zırhlısı'nın savaştaki bayrağını kabul etti. Hamidiye bayrağı
Mardin'in yakınları tarafından daha sonra Deniz Müzesi'ne bağışlandı.
Mardin
Teşkilat-ı Mahsusa'da çalıştı
Mustafa
Kemal Atatürk, Enver Paşa ile birlikte Trablusgarp Savunması'na gönüllü olarak
katılan Ömer Fevzi Mardin, bu dönemde silah ve cephane sevkiyatıyla meşgul
oldu. Avrupa'dan temin ettiği silah ve cephaneyi bir tekneye yükleyerek Mısır
yoluyla İskenderiye Limanı'na geldi. Amacı cephaneyi deve kervanı ile Libya'ya
sokmaktı. Ne var ki İngilizler sevkiyatı haber alarak tekneye el koydular. Ömer
Fevzi Mardin, İskenderiyeli kabadayılarla birlikte tekneye baskın yaparak
cephaneyi Libya'ya ulaştırmayı başardı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında bir
süre Tahran Sefareti Ataşemiliterliği'nde bulunan Ömer Fevzi Mardin, Teşkilat-ı
Mahsusa'nın emriyle İran'ın İngiltere ve Rusya'nın nüfuzundan kurtarılması için
çok önemli girişimlerde bulundu, hatta bu yüzden iki kez başarısız kalan
suikastlere hedef oldu. Mardin'in İran'daki faaliyetleri Almanlar'ı da rahatsız
etti. Bu nedenle Mardin'e yönelik suikast girişimlerinde Almanlar'dan da
kuşkulanıldı. İran'da iken Sünni ve Caferi mezhepleri arasındaki
uzlaşmazlıkları çözümlemek için ulema ile temaslarda bulundu. Caferiler'in Hacc
taleplerinin karşılanması için Osmanlı Hükümeti nezdinde aracılık yaptı.
Mardin'in iki mezhep arasındaki ilişkileri geliştirme çabaları Osmanlı
Devleti'nin savaştan yenik çıkmasıyla akim kaldı.
Şeyhi ölene kadar bekledi
Bir süre
Harbiye Mektebi'nde öğretmenlik yapan Mardin, Rauf Orbay'ın tavsiyesiyle
İstanbul'da Koca- mustafapaşa semtinde Nakşibendi-Halidi şeyhlerinden Küçük
Hüseyin adı ile maruf Hüseyin Hüsnü Ankaravi'ye intisab etti. Bilahare
şeyhinden Nakşibendi icazeti aldı. Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi'nin 1930'da
vefatına kadar talebe almayan Ömer Fevzi Mardin, 1940'dan itibaren Nakşibendi,
Kadiri, Mevlevi, Şabani dersi verip halifeler ve müridler yetiştirdi. Arusi
kaynaklarına göre Ömer Fevzi Mardin'in Arusi tarikatindan ilk ders verdiği
kişi, daha sonra halifesi olan Mustafa Aziz Çınar'dır. Böylece Arusi Selami
Ömeriyye Türkiye'de Ömer Fevzi Mardin ile baslayıp, Mustafa Aziz Çınar ve Şeyh
Necmettin Oyman ile devam ederek bugünlere ulaştı. Yine cemaat kaynaklarına göre
Afrika dışında kalan ülkelerde Arusilik ile ilgili tasarruf Ömer Fevzi Mardin'e
ve bu koldan yetişen halifelerine verildi.
Libya
Arusileri klasik esma tertibi usulu ile diğer Arusiler ise Ömer Fevzi Mardin'e
Uveysiyye tecellisi ile verilmis esma tertibi yoluyla seyri süluk görüyorlar.
Bu nedenle Arusilik Türkiye'de Arusi-Selami-Ömeriye olarak nitelendiriliyor.
Mardin'in Kadıköy Kalamış'taki evi dönemin fikir ve bilim adamlarının katıldığı
sohbet halkasına sahiplik etti. Kadıköy Toplantıları'nın müdavimleri arasında
Küçük Hüseyin Efendi'nin talebelerinden Prof. Hasan Reşat Sığındım ile Prof.
Süheyl Ünver'in yanısıra Mehmet Ali Ayni, Prof. İsmail Hakkı İzmirli ve Cami
Baykut da yer alıyordu.
MHP'den istifasını Şeyh Erbil önledi
MHP lideri
Türkeş 1989'da kendisine yönelik eleştirilerden iyice bunalır, siyaseti
bırakmayı dahi düşünür. Türkeş, içini ne zaman bir sıkıntı sarsa Arusi
Şeyhlerini ziyaret ederdi. Bu kez de öyle yaptı. Arusi şeyhlerinden Mehmet Faik
Erbil'e içini açan Türkeş'in gözbebekleri doldu. Erbil, Türkeş ile arasında
geçen özel görüşmeyi yakın çevresine şu sözlerle anlatıyordu:
"Türkeş
Bey sohbet esnasında bir ara sıkıntılı ve üzüntülü olduğundan bahisle şöyle
dediler: 'Efendim, ülkücü gençlerimizin, evlatlarımızın şehâdeti hususunda
sanki suçlu ben imişim gibi gösterilmek isteniyorum. Bundan da çok üzüntü
duyuyorum. Eğer müsaadeniz olursa şimdi buradan telefonla genel merkeze hemen
istifamı bildireyim ve yarım saat içinde hizmetlerimi burada noktalamış
olayım.' Cenâb-ı Allah'ın izni şerifiyle cevabımız şöyle oldu: 'Hayır.
Zâtınızın üzüntüsünü, kederini mucip olacak hiçbir vebâliniz yoktur. Hazret-i
Peygamber Efendimiz o vatan şehitlerinin hepsini kanatları altına almıştır.
Bundan daha büyük saadet olur mu. Siz yiğit bir insan ve büyük bir vatanperver
olarak hizmete devam ediniz' deyince çok rahatlayıp, memnun kaldılar ve bu
ifademiz üzerine 'peki efendim' dediler ve istifa etmekten vazgeçtiler. 1989
senesinde genel başkanlıktan ayrılması da böylece önlenmiş oldu. Sinemizde
saklı nice gerçeklerin en küçüklerinden birisi budur. O gün beraber geldikleri
refikası da bu konuşmayı olduğu gibi duydular."
NOT: Dizinin
dünkü bölümünde Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden olduğu belirtilen, Şeyh
Yahya Dergahı'nın son postnişini Abdülhay Öztoprak Bey'in eşi Naciye Hanım'ın
kızı olduğu ifade edilen Hatice Suat'ın Devlet Bakanı Ali Babacan'ın halası
Hatice Babacan olmadığı ve Babacan ailesiyle herhangi bir akrabalık bağının
bulunmadığı aile kaynakları tarafından kaydedildi. Düzeltir, özür dileriz.
Türkeş'in 25 yıllık büyük sırrı
Ömrü boyunca
Türkiye'deki Arusi şeyhlere yakınlık duyan ve her zaman istişarelerde bulunan
MHP lideri Alparslan Türkeş, Hindistan'dan sürgünden döndükten sonra siyasete
atıldı. Türkeş siyasete atılma kararını gizlice ziyaretine gittiği Arusi Şeyhi
Mustafa Aziz Çınar'a da açarak fikrini aldı. Arusiler'in önde gelen
isimlerinden Mehmet Faik Erbil Efendi, şeyhi Aziz Çınar ile Türkeş arasında
geçen görüşmeyi şöyle anlatıyor: "1964 senesinde rahmetli Alparslan Türkeş
suret-i mahsusada şeyhim Arif-i Billah Mustafa Aziz Çınar Hazretleri'nin
huzuruna gelir ve birlikte akşam yemeği yerler. Bir ara Türkeş Bey kendilerine
siyaset yolu ile memlekete hizmet etmek arzusunda olduklarını ifade ederler.
Mübârek şeyhimden aldıkları cevap aynın şöyledir: 'Alparslan Bey, siz siyaset
yapmıyorsunuz. Sizin yaptığınız vatan müdafiiliğidir. Bu yolda hizmete devam
ediniz.' Yirmibeş sene sonra yani 1989 senesi içerisinde fakirhanemizi ziyaret
günlerden birinde idi ki akşam yemeğini müteakip âcizaneme evveliyatını bilmediğim
ve o esnada muhatap olduğum yukarıda bahsedilen aynı suali soran rahmetliye
cevabımız şu oldu: 'Sizin yaptığınız siyaset değildir. Siz hizmetlerinizi vatan
müdafaasına hasretmişsiniz. Yolunuza devam ediniz. Allah muvaffak eylesin'
deyince, rahmetli bunun üzerine birdenbire heyecanlandı ve 'Allah Allah, Allah
Allah' diyerek dedi ki: 25 seneden beri sakladığım bir sırrı şimdi ben de size
açıklayacağım. 1964 senesinde Şeyh Aziz Çınar Hazretleri'nin bana söylediğini
tam 25 sene sonra yani 1989'da siz de aynen söylüyorsunuz."
Türkeş'i
idamdan Arusi şeyhi kurtarmış
Arusiler
beni yalnız bırakmadı
Türkeş
yaşamı boyunca manevi desteklerini aldığı Arusiler'e şükran duyguları taşıdı.
11 Aralık 1987'de Mevlana İhtifali vesilesiyle Ankara'ya giden Arusi Şeyhi Mehmet
Faik Erbil'le Bulvar Palas'ta özel bir akşam yemeğinde bir araya gelen
Alparslan Türkeş, Arusiliğe olan sevgisini ve bağlılığını dile getiriyordu.
Yemekte Türkeş'in eşi Seval Türkeş Hanım da vardır. 12 Eylül döneminde askeri
mahkemelerde idamdan yargılandığını ve Arusiler'in kadim şeyhlerinden
Abdusselam El Esmer'in himmetiyle kılpayı kurtulduğunu belirten MHP lideri
Türkeş, Mehmet Faik Erbil'e başından geçen olayları heyecanlı bir şekilde şöyle
aktarıyor: "Hakkımdaki idam fermanı önceden verilmiş ve üç bacaklı sehpa
kurulmuştu. Çok büyük bir evliya olan Hazreti Pir Seyyid Abdusselam el Esmer
Sultan'ın yüzü suyu hürmetine bu belanın üzerimden ref-i def olması için
Allah'tan niyaz ettim. Cenâb-ı Allah'ın izni iledir ki, Hazret-i Pîr Seyyid
Abdüsselâm el Esmer Sultan'ın çok himmetini gördüm ve üç bacaklı idam sehpasına
mübareğin attıkları bir tekme ile idamdan döndüğüm gibi bugün dimdik ayaktayım.
Kendilerine medyun-u şükranım. İkincisi, haksız yere yattığım hapisten sonra
çoluk çocuğumla Avrupa'ya gittim. Alman hükümeti, yapılan fitne üzerine, hava
meydanından geri dönmemi istedi. Yarım saat içerisinde Seyyid Abdusselam
Hazretleri'nin himmetini gördüm. Alman İstihbarat Başkanı benden özür diledi ve
Frankfurt'a girdim. Üçüncüsü, İngiltere'ye gitmek üzere iken Fransa'ya inmek
zarureti hasıl oldu. Aynı şekilde Paris'e girmeme müsaade edilmedi. Yine o
mübarek pîrin himmetleri ile on beş dakika içinde bizzat Paris Emniyet Müdürü
gelerek özür diledi. Paris'e, oradan da İngiltere'ye geçtim. Ya Allahım! Bu
büyük evliyayı nasıl sevip de ona hürmet etmeyeyim. Beni herkesin terkettiği en
kara günlerimde ve en zor zamanlarımda gerçek bir karagün dostu olduğunu
unutmam mümkün değildir. Evlatlarımın, katillerin, vatan hainlerinin zalim
kurşunlarına hedef olmaması hususunda bize gösterdiğin alaka beni çok
mütehassis etmiştir. Allah senden razı olsun."
MHP lideri
Alparslan Türkeş, 27 Mayıs 1960'daki askeri darbede yer aldığı için 1970'li
yıllarda Demokrat Parti'nin devamı olarak bilinen Adalet Partisi'nin mensupları
tarafından hep eleştiriye maruz kaldı. İkinci bir eleştiri konusu da Said-i
Nursi'nin naaşının askeri idare tarafından Urfa'daki mezarından bilinmeyen bir
yere nakledilmesiydi. Bu iki eleştiri de MHP lideri Türkeş'i hep rahatsız etti.
Türkeş, 27 Mayıs ve Said-i Nursi olayı hakkında çeşitli açıklamalar yaptı.
Başbakan Adnan Menderes'in idamına karşı çıktığını, Said-i Nursi'nin naaşının
ise kendisinin sorumluluğu dışında nakledildiğini belirtti. Said-i Nursi'nin
mezarının herkesçe bilinmeyen bir yere defnedilmesi hususunda talebelerine
vasiyeti vardı. Yine de naaşının 27 Mayıs'tan sonra askeri idarenin talimatıyla
bilinmeyen bir yere nakledilmesi Nurcu çevrelerde eleştiri konusu yapıldı.
Türkeş, Said Nursi'nin kayıp mezarı hakkında sorulara muhatap kaldı. Uzun
yıllar suskunluğunu koruyan Türkeş, gazeteci Hulusi Turgut'a 1995 yılında
anlattığı anılarında kayıp mezarla ilgili açıklamalarda da bulundu.
"Menderes'i İsviçre'ye göndermeyi
düşünüyorduk"
Mehmet Faik
Erbil 27 Mayıs hakkında Türkeş'in söylediklerini şöyle anlatıyor:
"Rahmetli 27 Mayıs 1960'ı, özetli ifade edersem şöyle anlattılar: "27
Mayıs harekâtı doğruydu ve makbulümdür. Zirâ halkımız kardeş kavgasına
sürükleniyordu. Nitekim, kahvelerine kadar kamplara ayrılmıştı. Vatanın
bütünlüğü tehlike arzediyordu. İçeride hainler, dışarıda düşmanlarımız, sevinç
tezahürleri göstermekteydi. Rahmetli Adnan Menderes'i ziyaretimde kendileri
bana harekâtı tasvip ettiklerini ve imzasını taşıyan kendi el yazısıyla bunu
teyid etmek istediklerini beyan ettiklerinde sanki biz tazyikle bunu
yazdırmışız gibi bir durum meydana gelir düşüncesi ile olduğu kadar aynı
zamanda fitneye de yol vermemek için isteği kabul edemeyeceğimi söyledim.
Ayrılırken rahmetlinin düşmanı olmadığımızı ve haklarında müspet düşündüğümüzü
kendisi de farketmişlerdi. Asıl fikrimiz; fitnenin bertaraf edilerek, kardeş
kavgasını önlemek ve vatanın bütünlüğünü korumak için üç sene iktidarda kalıp,
bu arada tahsisatını vermek suretiyle rahmetli Adnan Menderes'i İsviçre'ye
göndermek ve vaziyet normale avdet edince tekrar vatana dönmesini teminen
seçimlere girmesini sağlamaktı. Maalesef, bu temiz düşüncemiz ihanete
uğramıştır.
28 Mayıs
1960'ı şiddetle reddediyorum. Zira, zulüm yapıldı ve nahak yere cana kıyıldı.
Tarihi vesika olarak Hindistan- Yeni Delhi'den devlet müşaviri sıfatı ile
çektiğim telgrafta ve yazdığım mektupda idamlarını suret-i katyede tasvip
etmediğimi bildirdim. Ben 27 Mayıs'a kendilerine çok itimat beslediğim değerli
bir paşamızın isteği ile dahil oldum. 'Eğer sen aramızda olmazsan, bunlar iki
satırı yazıp bir araya getiremezler' dedi. Paşamız da benim gibi iyi duygular
sahibi idi. Bunun için kabul ettim."
Said-i Nursi olayını MBK'ya getiren Kızıloğlu idi
Türkeş,
1995'de gazeteci Hulusi Turgut'a Said-i Nursi'nin naaşının naklinin Milli
Birlik Komitesi toplantısında gündeme geldiğini belirtiyordu. Konuyu gündeme
getiren - İçişleri Bakanı emekli general İhsan Kızıloğlu'ydu. Türkeş şöyle
diyordu: "İhsan Paşa elinde bir dosya ile geldi. Bir konuda bilgi vermek
istediğini söyledi. Paşanın Komite'ye anlattıklarına göre, 27 Mayıs'tan önce,
Urfa'da vefat edip, oraya defnedilen Said Nursi'nin kardeşi, kendilerine bir
dilekçe vermiş, ismi Mehmet olabilir, ama soyadı, kardeşinin soyadına
benzemiyordu. Dilekçe sahibi, 'Ben Konya'da oturuyorum, oysa ağabeyimin mezarı
Urfa'da. Sık sık ziyaret etmek istiyorum, iki şehrin arası uzak olduğu için her
zaman ziyaret imkanı bulamıyorum' demiş. Paşa bize bunları anlattıktan sonra,
'Said Nursi'nin kardeşi kabir nakli istiyor' dedi. Dilekçe MBK'da Kızıloğlu
tarafından okundu. Komitenin izin vermesi halinde, Cemal Gürsel Paşa'ya da
arzedileceğini belirtti. Milli Birlik Komitesi kabrin nakline izin verdi.
Olayın bize yansıyan şekli budur. Olayı böyle biliyoruz. Kızıloğlu'nun verdiği
bilgi dışında ayrıntı alamadım. Zaten 13 Kasım oldu, biz yurt dışına
çıkarıldık."
Said-i
Nursi'nin mezarını ikinci Kabe olmasın diye naklettik
Türkeş bu
konuyu Arusilerin önde gelen isimlerinden Mehmet Faik Erbil'le de konuştu.
Mehmet Faik
Erbil, Said-i Nursi'nin naaşının bilinmeyen bir yere nakledilmesi hususunda MHP
Lideri Türkeş'ten bilgi alıyor. Erbil, Said-i Nursi'nin naaşının nereye
nakledildiğini belirtmekten kaçınıyor. Erbil, Said-i Nursi Olayı'nı da
Türkeş'in ağzından şöyle aktarıyor: "Said-i Nursi bahsine gelince; Urfa'da
Makam-ı İbrahim'den naaşını alıp..... nakletmemiz belki de doğru değildi. Kabir
nakli gece uçakla üç kişi tarafından yapılmıştır. (...) İkinci bir Kâbe
yapılmasından korktuğumuz için böyle davranmak zaruretini duymuş olduk. Burada
niyetliyim halistir. Hata yaptığımı düşünmüyorum. Varsa, Allah'tan af
dilerim."
'Babamın ilk ismi Alparslan'
MHP Lideri
Alparslan Türkeş'in oğlu Tuğrul Türkeş, babasının ilk isminin Hüseyin Feyzullah
olduğunu reddetti. Aile içinde böyle bir hususun bilinmediğini ifade eden
Tuğrul Türkeş şunları söyledi: "Bu iddia 20-25 yıldır sol cenahtan
rahmetli babamın Kıbrıslılığına yönelik bir itham olarak gündem geldi. Ben
babama ve kendime pasaport çıkartmak için Kıbrıs'a gittiğimde nüfus kayıtlarına
baktım. Böyle bir şeye rastlamadım. Benim gördüğüm kayıtlarda Alparslan olarak
yer alıyor. O yıllarda Alparslan ismi Kıbrıs'ta pek kullanılmıyor. Bu nedenle
Ali Arslan olarak bir ara kullanılmış aile etrafında. Soyadı kanunu çıkınca
Türkeş soyadını almışız. Amcamlar o dönemde Adana'da oturuyorlardı. Haberleşme
imkanı kıtlığı yüzünden bir yanlış anlama nedeniyle amcamlar Türkiş soyadını
almışlar. Babamın Lefkoşe'de doğduğu yıllarda çocuklara iki isim veriliyor,
birisi babanın ismi olur hep. Bu durumda Alparslan Ahmet Hamdi olması lazımdı.
Hem babama bu iki zatın ismi verilmiş olsaydı, neden değiştirsinler ki, bu
zatlara saygısızlık olmaz mı?"
Ünlü kadın
yazar Cahit Uçuk, üstadı Mardin'i unutamadı
Mehmet Faik
Erbil'in verdiği bilgilere göre Ömer Fevzi Mardin'in müritleri arasında Türkiye
Öğretmenler Birliği genel başkanlarından Ahmet Sami Ayral da var. Buna göre
Ayral, Arusi-yi Selami Tarikati'nin önde gelen isimlerinden. Mardin'den sonra
şeyhlik makamına oturan eski Kadıköylü olarak bilinen GS Divan Üyelerinden
Bedirhani'lerden Mustafa Aziz Çınar (vefatı 1979). Yine Abdulkadir Paşa olarak
bilinen Kadri Yıldırım Paşa Kadiri tarikatine mensup iken Arusi oldu. 1980'de
vefat eden Paşa Arusi şeyhlerinden biriydi. Gümrük ve Tekel eski bakanı MHP'li
merhum Gün Sazak'ın eşi Nilgün Sazak da Arusilere yakınlık duyan isimler
arasında. Ömer Fevzi Mardin'in sohbet halkalarına katılan ünlü isimlerden
birisi de kadın romancı-yazar Cahit Uçuk. 1909'da Selanik'te dünyaya gelen
Cahit Hanım 2003 Ocak'ında Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan "Erkekler
Dünyası'nda Bir Kadın Yazar" isimli anılarında Ömer Fevzi Mardin'den şöyle
söz ediyor: "Şimdi masamın üzerinde bana yıllardan beri en ümitsiz
günlerimde güç veren sıcacık ve alçakgönüllü gülümseyişiyle bakan, adının
üstüne sadece 'Allah kulu' diye imzasını atan sevgili, aziz büyüğüm Ömer Fevzi
Mardin'in resmi var. 'Bu kalem senin elinde mi? Sen yazmaya devam et çocuğum'
sözleri kulaklarımda çınlamakta."
Arusi şeyhi 'Mardinizade'
Arusi Şeyhi
Ömer Fevzi Mardin'in Varlık Vergisi'nin uygulandığı 1940'larda zorda kalan
Museviler'e yardım edilmesini tavsiye ettiği ifade ediliyor. İsmet İnönü'nün
"siyasete karışmazsanız hayatınız garanti altındadır" dediği Ömer
Fevzi Bey, DP'nin kuruluşuna kadar siyasi konulardan uzak kaldı, talebelerine
de aynı şekilde davranmalarını tavsiye etti. Ömer Fevzi Bey, 1946'da Demokrat
Parti'nin kurulmasından sonra halk arasında demokrasi bilincinin kökleşmesi
için kitaplar yazdı. 1942'de Kadiköy'de kurduğu İlahiyat Kültür Telifleri
Derneği, Müslümanlar ve gayr-ı müslimler arasındaki diyalogda etkili oldu.
Mardin, 1950'de DP iktidarında Kore'ye asker gönderilmesi kararını da savunan
bir din adamı olarak dikkat çekti. Bu amaçla, "Kore Savunmasına
Katılmamızda Dini ve Siyasi Zaruret" isimli kitabı yazdı.
Ömer Fevzi
Mardin'in mensubu olduğu Mardinizadeler'den bazı ünlü isimler şunlar: Ord. Prof.
Ebulula Mardin, Prof. Şerif Mardin, Betül Mardin, Yusuf Mardin ve Arif Mardin.
Arif Mardin, Küçük Hüseyin Efendi'nin müritlerinden olduğu söylenen Merhum
Büyükelçi Münir Ertegün'ün oğlu Atlantic Records'un patronu Ahmet Ertegün'ün
ABD'deki yakın çalışma arkadaşı. Ünlü plak yapımcısı Arif Mardin meslek
yaşamının 7'nci Grammy ödülünü aldı. Atlantic Records şirketinin başkan
yardımcısı, yapımcı ve bestekar Arif Mardin, Los Angeles'ta düzenlenen galada
Grammy özel liyakat ödülü olan 'Trustees' ödülünü de aldı. Ömer Fevzi Mardin'in
annesi Osmanlı'nın Hariciye Nazırları'ndan Halil Şerif Paşa'nın kızı Leyla
Şerife Hanım. Şerife Hanım Osmanlı döneminin ilk kadın roman yazarı olarak
biliniyor.
MHP lideri
Alparslan Türkeş'in Arusi Şeyhleri Mustafa Aziz Çınar ve Mehmet Faik Erbil'le
sık sık görüştüğü ortaya çıktı. Erbil, Türkeş için "Ekseriye tek başına ve
ara sıra da refikası ve evlatları ile beraber sık sık fakirhaneye ziyarete
gelirdi" diyor. Kaptan-ı Derya Turgut Reis'in soyundan gelen Erbil'in
babası Ahmet Faruk Erbil de Rıfai-Uveysi idi. Muhabere çavuşu Ahmet Faruk
Efendi, eniştesi Alay Kumandanı Miralay İbrahim Hakkı Ertan ile Balkan
Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı'na katıldı. Heyemola adlı denizci türküsü de
Erbil'in ninesinin babası Bahriye Albaylarından Hacı Ali Kaptan için yazılmış.
Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa, Korgeneral Şükrü Naili Paşa, Ruşen Eşref Ünaydın,
Trablusgarb Valisi Turgut Bey, Ticaret eski Bakanı Zeyyat Mandalinci, Kaptan-ı
Derya Cafer Paşa, İçişleri eski Bakanı Şükrü Kaya, Prof. Mehmet Uluç da aynı
aileden.
Son yıllarında Türkeş Türkiye'nin tutkalı oldu
1930'larda
Ömer Fevzi Mardin ile başlayan ve Bedirhani Mustafa Aziz Çınar ile devam eden
Arusi-Selami-Ömeriye tarikatinin son şeyhi olan Mehmet Faik Erbil, Türkeş'in
gizli dünyasında önemli bir yer tutuyor. Erbil, önümüzdeki günlerde
neşredilecek olan Mir'at'ül Hakaik (Hakikatlerin Aynası) isimli eserinde
Arusilik ve Türkeş hakkında son derece özel bilgilere şöyle yer veriyor:
"Hakikat
hayatına dair bir misal: Alparslan Türkeş Bey'in kendisine, bir büyük şehrin
tapusunu sana verelim, dünyaya döner misin deseler, başını çevirip bakmaz bile.
(..)Hususi görüşmelerimizden birinde bize 'Müslümanım ve Müslüman olarak yok
denildiği ve yerildiği zamanlarda varlığını dile getirdiğim Türk ırkının
mevcudiyetinin sağlam düşünce ve berrak fikirle isbatı üzerine uğradığım dahili
ve harici bütün tasallutlar eğer suç teşkil ediyorsa ben buna çoktan razıyım'
diyen merhum Türkeş'e şöyle dedik: 'Cenâb-ı Allah itibarınızı ziyadesiyle iade
edecektir.' Nitekim, fuzûli yasakların kaldırılmasından sonra vefatına kadar
geçen zaman dilimi içerisinde üç-beş arkadaşı ile birlikte merhum Türkeş
Türkiye'nin tutkalı, âdeta gizli bir cumhurbaşkanı gibi herkes tarafından,
hattâ bir dönem katı muhaliflerince bile mütalaâ ve kabul edilmişti.
Kur'an
üzerine yemin
Cennet mekân
rahmetli Hacı Alpaslan Türkeş'e dedim ki: 'Yahudi ve Hıristiyan devletleri dahi
tahrif edilmiş Tevrat ve İncil üzerine meclislerinde, senatolarında el basıp
yemin ederken Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hemen hemen tamamına yakın
Müslüman olduğu halde Büyük Millet Meclisi'nde ve eğer varsa Senatosu'nda
tahrifi muhal olan Allah Kelâmı Kur'ân-ı Kerîm üzerine niçin yemin edilmez ki!
Hal böyle devam ettiği müddetçe Meclis'te yapılan yeminlerin hiç birisi Allah
katında değer taşımadığı için sizler de o yaptığınız yeminlerden katiyen mesul
değilsiniz. Tabiatıyle, hoş manzara değildir. Bir de şöyle düşünün: Yemin etmek
üzere Kur'ân-ı Kerîm'e el basanın muhakkak surette istese de, istemese de içine
bir korku düşer ki, üç kötülük yerine bir kötülük yapmakla iktifa etmek zorunda
kalır. Ta ki ahlâk düzelene kadar bu dahi millet-memleket hizmetinde kazanç
değil midir?' Merhum Türkeş, bu ifadelerimize ciddiyetle aynen iştirak
ettiklerini söylemişlerdir. Vesile teşkil etmişken belirtelim. Biz Allah
adamıyız. Allah işçisiyiz. Siyasetle zerre misâli alâkamız yoktur. Bu sebeple
muhterem zatın ne evinin, ne bürosunun, ne parti merkezinin ve ne de herhangi
bir parti teşkilatının yolunu bilmeyiz.
Allah'a,
Peygamber Aleyhisselâm'a, Din-i İslâm'a ve Kur'ân-ı Kerîm ile Ehl-i Beyti
Resulullah'a, Enbiyâ ve Evliyâ'ya büyük hürmet taşıyan ve içinden çıktığı
ordusuna toz konduramayacak kadar vatan sevgisi ile dolu olan bu muhterem zât,
aslında kesilecek bir horozun kanını görmemek için dahi sırtını dönecek kadar
yufka yürekli, merhametli, her yönüyle devlet adamlığı vasıflarını haiz,
dürüst, vefalı, edepli, terbiyeli ve bilgi bir zât idi. Türkiye'de
cumhurbaşkanlığına en lâyık bir kimse olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim.
Türkiye Devleti Cumhurbaşkanı olmasını çok arzu ettim. Ancak, bu bir rıza
lokmasıdır sırrından Cenâb-ı Allah'ın sunduğu nimeti yemesini bilemedi. Fakat,
bu dünyadaki en büyük beşeri makamdan çok daha ziyadesi Gerçek Hayat'ta
kendisine ikrâm edilmiştir. Bu hikmeti tefekkür etmekte güzellikler vardır.
Rahmetli Fatihâ-ı Şerifesi'ni beraberinde götürmüştür. Hiçbir kimseye nasip
olmayan tarzda bu dünyadan göç etti. Şöyle ki, cenaze merasimi müddetince
üzerine evvela kar yağdı, arkasından sulu kara çevirdi ve son olarak da yağmur
dediğimiz rahmetle noktalanarak uğurlandı. Bu Rabb'ın kendisine bir iltifatı
idi. Nâhak yere tutuklu kaldığı 12 Eylül'den sonraki hayatı, vefatına kadar
kendisine göre kemâlât içerisinde geçmiştir. Bilhassa gösterdiği olgunluk,
ciddiyet ve mert tavrı buna ne güzel misâldir. Sinemize gömdüğümüz bize verdiği
çok değerli bilgileri bu âlemden göç ile Hakikat hayatına taşımış olacağız.
Hikmet sahibi Ulu Tanrı'ya sığınarak deriz ki, bu devlet güzel hizmetler için
başında bir Eştürk-Türkeş görür, inşaallah. Celâl ve Cemâl sıfatlarının mâliki
olan Allah'a hamdimiz ve şükrümüz büyüktür.
'Küçük oğluna Keskinkılıç ismini koydum'
Bu vatanda
cumhurbaşkanlığına her bakımdan en lâyık bir zât idi. Zaman zaman kendilerine
inşallah devlet başkanı olursunuz derdim ve refikası Sayın Saadet Seval
Türkeş'e de 'Siz buna hazırlanın' ifadesinde bulunduğumda hiç cevap vermez,
sadece tebessüm ederlerdi. Küçük oğluna (Keskinkılıç) ismini koydum. Sünnetini
takiben birgün müddetince kan kaybına uğramış ve ne yapmışlarsa kanı
durduramamışlar. Bundan büyük endişe duyarak çocuğu fakirhâneye getirdiler. Kısa
bir duayı müteakip kan derhal durdu ve böylece çok rahatladıklarını ifade
ettiler. Ey Allah kulları! Kim olursanız olun, duayı asla küçümsememenizi ve
dua etmekten uzak durmamanızı tavsiye ederiz. Zirâ, Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı
Allah önemine bianen dua üzerinde durduğunu buyurur. İşin farkına epeyce bir
müddet sonra vardıklarını müşâhede ettim. Meğerse bu örtü altında bize verilen
vazife cennet mekân rahmetliyi ukbâ hayatına hazırlamakmış. Cenâb-ı Hakk'a
hamdimiz- şükrümüz ziyâdedir."
Milli
İstihbarat'a önem verirdi
Mehmet Faik
Erbil: İçinden geldiği ordumuzu çok sevdiği gibi bunun yanısıra emniyet
kuvvetlerimizi de takdir eder ve kendilerine sevgi ve muhabbet beslerlerdi.
Bilhassa Milli İstihbarat'a çok önem verirdi. Yakın-uzak, partili-parti dışı,
asker-sivil olmak üzere hüsnüniyetle iyilik ettiği pekçok kimseden gördüğü
ihanet ve nankörlükten başka çeşitli kesimlerden kulaklarına nice kirli fitne
lafları, yalan sözler geldiği içindir ki uzunca bir müddet haklı olarak eşhasa
karşı duyduğu itimatsızlık şüpheciliğe yol açmıştı. Cenâb-ı Allah'ın yardımı
ile zaman içerisinde bunlardan mümkün mertebe arınmıştır. Kendileri mazbut bir
aile hayatı içerisinde, gayet edepli idi ve bir gün dahi olsun bacak bacak
üzerine attığını görmedim. Daima iki eli dizleri üzerinde otururlardı. Acırım
kendisine dünyada iken zulmedenlerin gerçek hayattaki hallerine!...
Mail
Büyükerman: Beni Mardin'e Cahit Uçuk gönderdi
DSP
Eskişehir eski Milletvekili Mail Büyükerman da üniversite yıllarında tanıştığı
Ömer Fevzi Mardin'in sohbet halkalarında yetişti. Mail Büyükerman'la Ömer Fevzi
Mardin'i konuştuk. Büyükerman hıçkırıklar ve gözyaşları içinde
"Üstadım" dediği Mardin'i anlattı.
Sizi kim tanıştırdı?
Hukuk
Fakültesi üçüncü sınıftaydım. Edebiyata ilgim vardı. Şeytanın Kuklaları isimli
bir tiyatro yazmıştım. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda Dramaturg Heyeti'nin
önüne çıktım. Heyet, oyunumun Şehir Tiyatroları'nda sahneye konulup
konulmayacağına karar verecekti. Heyetin önünde oyunumu okumaya başladım. Kapı
açıktı, biraz sonra şık ve güzel bir hanım girdi içeriye. Okumayı durdurdum.
Heyettekiler kadına büyük ilgi gösterdiler. Cahit Uçuk'muş. Ünlü romancı,
hikayeci ve oyun yazarı. Oyunumda ilahiyatla ilgili ibareler vardı. Bu vesile
ile Cahit Hanım onlara Ömer Fevzi Mardin'den söz etti. Israrla Mardin ile
tanışmalarını istedi. Benden de mutlaka Mardin ile tanışmamı istedi, kendisinin
de bu konuda yardımcı olacağını söyledi.
İlk karşılaşmanız nasıl gerçekleşti?
Ruhi bir
arayış içindeydim. Kadıköy Çukurbostan'da, 31 Ağustos Sokak'ta 31 numaralı evin
kapısını çaldım. Narin, ince yapılı, rahibe gibi bir kadın açtı kapıyı. İçeri
girdim. Tanıştık. Cahit Uçuk hanımın tavsiyesiyle geldiğimi söyledim. "Ben
buraya bir tecessüs, merak için gelmedim, manevi ihtiyacım için geldim"
dedim. Pek sevindiler. Sohbet ettik. Bana kendi yazdığı ilahiyat külliyatından
verdi. Kıştı. Çıkarken paltomu tuttu, engellemek istedim, "Ben tutacağım,
ev sahipliğinin gereğidir, hem bana mutluluk verir" dedi. Ziyaretlerim
haftada bir devam etti.
Sohbetlerde tarikat lafı edilir miydi?
Katiyetle.
Hiçbir gün ne Nakşilik'ten ne de Arusilik'ten söz etti. Sadece Kur'an'ın
insancıllığından bahsederdi. Okulu bitirip 35. dönem yedeksubaylık hizmetimi
yaparken vefat ettiğini öğrendim. Üzeyir Garih cinayeti işlendikten sonra
üstadımın Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi'nin müridi ve halifesi olduğunu o
zaman öğrendim. Benim bir gazetede Ömer Fevzi Mardin'le ilgili bir açıklamam
üzerine İstanbul'dan bir telefon geldi. Bir sanatkarmış, ismini söylemeyeceğim.
Çocukken sık sık mezarlıkta barınırmış. Üstadımın mezarını kelli felli
adamların sık sık ziyaret etmeleri dikkatini çekmiş. Daha sonraki yıllarda
Üstadım'ı araştırmış, kim olduğunu öğrenmiş. Bu şekilde Üstadım'a karşı
muhabbet duymuş. Ben bir kitap yazdım Birinci Otuz diye. Kitapta İncil, Zebur,
Tevrat ve Kur'an'ın ortak yönlerini inceledim. Bu kitabın meydana gelişinde
Üstadım'ın bana öğrettiklerinden çok istifade ettim. Önsözünde "Üstadım
büyük insan Ömer Fevzi Mardin'i rahmetle anarım" dedim.
Nasıl biriydi?
Ömer Fevzi
Bey'in gözleri derinlere, uzaklara, sonsuza doğru bakardı. Her zaman güleçti,
tebessümlüydü. Sesinde bir şefkat ve rikkat vardı. Kim olursa olsun herkese
iyilik yapmayı tavsiye ederdi. Sade ve mütevazı bir kişiliği vardı. Zengin bir
aileye mensup olmakla birlikte küçük bir evi vardı. Üstadım'la ilgili konularda
bir şey söylemeyi ve anlatmayı vecibe, vazife sayarım.
MHP lideri
Türkeş'le özel ilişkisi bulunan Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil, Amerikan savaş
gemisi Missouri'nin 1946'de Türkiye'nin ilk Washington Büyükelçisi Münir
Ertegün'ün cenazesini İstanbul'a getirmesi konusunda ilginç bir açıklama
yapıyor. Ertegün ABD'de görev başında iken vefat etmişti. Washington'un bir
Türk diplomatın cenazesi için en ünlü gemisini tahsis etmesi önemli bir
gelişmeydi. Oysa Arusi Şeyhi Erbil'e göre olay şöyleydi: "ABD'nin suikaste
uğrayan başkanlarından Franklin Roosevelt'i öldürmek niyetiyle üzerine ellidört
veya ellibeş santim mesafeden suikastçinin sıkmış olduğu beş kurşun biiznillah
re'sen himmetiyle hedef değiştirmiş ve bu suikastten Roosevelt böylece
kurtulmuştur. Çünkü Tarikat-i Nakşiye'den meşhur Küçük Hüseyin Efendi
Hazretleri'nin dervişanından Washington Büyükelçimiz rahmetli Münir Ertegün
vasıtasıyla Roosevelt'i himayesine almış; onun gizlice İslamiyet'le müşerref
olmasına vesile-i rahmet olmuştur. Amerika'da vefat eden muma-ileyhe, ABD
tarihinde ilk ve son olarak Missouri gemisiyle cenazesinin İstanbul'a kadar
getirilmesi bu himmetin minnet duygusunu ifade eden bir kadirşinaslıktır"
Roosevelt de müritmiş!
Erbil, Ömer
Fevzi Mardin"in Eva Peron hakkında da mevlit okunabileceği fetvasını
verdiğini de kaydediyor. Erbil, Mir'at'ül Hakaik isimli kitabında Roosevelt'in
Müslüman olduğunu şu sözlerle anlatıyor: "Ömer Fevzi Mardin Müslüman,
Musevi ve İsevi olmak üzere insanları üç koldan irşat etmişlerdir. Zira bu ulu
zat Veli-yi Mürşid-i Ekber'dir. Şeriflerine bir misal olarak Tarikat-i
Nakşiye'den meşhur Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri'nin dervişanından Washington
Büyükelçimiz Münir Ertegün Rahmetullah-ı Vasia vasıtasıyla Amerika
Başkanlarından rahmetli Roosevelt'in gizlice İslamiyet'le müşerref olmasını
zikredebiliriz. Vesile teşkil etmişken, şu bilgiyi de verelim. Ahir ömründe
huzuruna gelip zikr-i şerife dahil olan meşhur şairi azam merhum Abdülhak Hamit
Tarhan'ı da bu meyanda yadederiz. Her üçüne de Allah rahmetini ziyade
eylesin."
"(..)Suikaste
uğrayan ABD Başkanlarını konu edinen 12 bölümlük bir tv dizisinde Roosevelt'in
eşi, yerli yabancı basın mensupları, eşinin hangi dinden olduğunu sorup,
Hıristiyan olup olmadığını öğrenmek istediklerinde, Başkan'ın eşi, kocasının
Hıristiyan olduğunu söylemeyince bu kez ısrarla, o zaman hangi dinden olduğunu
sual ettiklerinde cevap vermeyip sükut ediyor.
Bu da Ömer
Fevzi Hazretleri'ni gayet açık olarak teyit etmiyor mu? Ruhani âlemde madde
olmadığı için toprağı bol olsun diyemeyiz. O sebeple gerçek İslam terbiyesi
içinde Allah kendisine rahmet eylesin demek gerekir. Öyle ise Allah rahmet
eylesin.
Türkeş Gizli
Cumhurbaşkanı idi
ARUSİLER VE TÜRKEŞ
MHP lideri
Alparslan Türkeş'in Arusiler'le ilişkisini konu alan dizimiz, birinci elden
Arusi Şeyhi Mehmet Faik Erbil'in tanıklığına dayanıyor. Türkeş'in bilinen
siyasi kişiliğinin yanısıra, bilinmeyen yönlerinin de bulunduğu gün ışığına
çıktı. Kamuoyu tarafından pek bilinmeyen Arusilik tarikati hakkında da önemli
bilgiler yer aldı dizide. Arusi şeyhleri arasında ünlü Kürt ailesi
'Bedirhani'lerden Mustafa Aziz Çınar'ın yanısıra Ahmet Sami Ayral da
Arusiler'in önde gelen isimleri arasında. Öte yandan dizideki tarikatin dini
yaklaşımlarına ilişkin anekdotlar (kerametler gibi) tasavvufla ilgilenen bilim
adamlarının sahasına giriyor. Bu anekdotlara sadece yer verdik, yorumlamadık.
Anekdotlar, din-siyaset, din-toplum ilişkileri bakımından önemli. Ayrıca
tarikatler ve siyaset üzerine çalışma yapmak isteyenler için zengin bir malzeme
sunduk. Türkeş, Arusi Tarikati'ne ilişkin bilgilerin yer aldığı Mehmet Faik
Erbil'in Mir'at'ül Hakaik (Hakikatlerin Aynası) isimli eseri ilgilenenler için
önemli bir kaynak.
Eva Peron için İstanbul'da mevlit
Ağır bir
hastalığa yakalan Eva Peron için 8 Aralık 1951 tarihinde İstanbul Şişli
Camii'nde şifa bulabilmesi için mevlit okutuldu. Mevlit 13 yıl Arjantin'de
yaşayan bir Türk tarafından düzenlendi. Mevlide Beyoğlu müftüsü, Arjantin'in
İstanbul Başkonsolosu ve cemaatın yanısıra 25 kadar Arjantinli de katıldı. Bir
gayrimüslüm için mevlit okutulup okutulamayacağı o dönemde tartışma konusu
oldu. Ömer Fevzi Mardin de Peron için mevlit okutulabileceği görüşünü savundu.
Resmi bir görevi olmamasına karşılık Sağlık ve Çalışma Bakanı gibi davranan Eva
Peron, Arjantin sosyetesinin yardım derneğine devletin bütçesinden ayrılan
ödeneği kendi adına kurulan vakfa aktararak sayısız hastane, okul, bakımevi
yaptırırken Arjantin'in en büyük camiini de inşa ettirmişti.. Arjantin'de
bilhassa üst sınıfın nefretinin odak noktasında yer alan Eva, Arjantin Devlet
Başkanı Juan Peron'un eşiydi.
Arusi şeyhlerin gelecek senaryoları
Şeyhim (Ömer
Fevzi Mardin)14 Mayıs 1950 senesinde DP'nin iktidara gelmesini himmetiyle temin
etmişler ve şöyle buyurmuşlardır: "DP intikal partisidir. DP intikal
edecektir. Hazreti şeyhim ise (Mustafa Aziz Çınar) 1965'de AP iktidara
getirildiğinde şöyle söylediler: Adalet Partisi intikal edecek. Artık bundan
sonra DP hükümeti gibi hükmetler uzun ömürlü olmayacak, ömürleri kısa
olacak."
Acizanem:
"CHP ufalanıp, dağılacak."
İran ortasından ikiye bölünecek
Mübarek
Şeyhim (Aziz Çınar) 1977 yılında Ekim-Kasım aylarında yine buyurmuşlardır ki
"Müslüman Türk devletine karşı hoş bir tutumu olmayan hudut komşumuz İran
Güney-Kuzey Wietnam ve Güney-Kuzey Kore gibi ortadan ikiye bölünecektir."
Acizanemin bu kibarı kelamla alakalı düşüncesi şudur: "İran'ın Türkiyeye
karşı muamelesini değiştirip samimi ve kardeş bir devlet gözüyle bakması kendi
menfaati gereğidir. Umarız, ıstırap çekmez."
Rusya parçalanacak
1945 ve 1953
senesi Mart ayı başına kadar Piri-i Sani ve Pir makamında Ömer Fevzi Hazretleri
şöyle buyurmuşlardır: "Rusya 30, 32, 33, 34 devlete bölünüp
parçalanacaktır".
Has halifesi
Şeyh Mustafa Aziz Hazretleri devamen ve teyiden buyurmuşlardır ki: Rusya 30,
32, 33, 34 ve 37 devlete bölünüp dağılacaktır" Bugün eğer bu rakam
mevcutsa dağılma tamamlanmıştır. Değilse parçalanma 37'ye kadar devam
edecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder