ERGÜN POYRAZ
TOGAN, 2009
TOGAN, 2009
Mustafa
Kemal’in Askerleri Dr. Necip Hablemitoğlu
E. Binbaşı İhsan Güven’e…
E. Binbaşı İhsan Güven’e…
ÖNSÖZ
Fetullah
Gülen, cemaatinin yayınladığı ve Gülen’i övme yarışına girdikleri kitaplarda;
“Hocaefendi,
son ikiyüz-ikiyüzelli yıllık tarihi itibariyle yenilgiler ve perişanlıklar
içerisinde yaşayan; ancak son yüzyılda olumlu istikamette mesafe kat eden bir
milletin tarih sahnesindeki yerini gelecek asırlarda tayin edici unsurlardan
biri olacak hareketin fikir mimarı” olarak tanımlanıyordu.
Fetullah
Gülen, yerleştikleri memleketlerde insanların önce kucak açıp bağırlarına
bastıkları bir ortamdan, zararlı eylemleri nedeniyle sürekli kovulan bir
aileden, bir soydan geliyordu.
Önce
Ahlat’tan kovuldular. Göç ettikleri Pasinler’e ya da diğer adıyla Hasankale’ye
yerleşmelerinin ardından, Yozgat Yerköy, yeni adresleri oluyordu. Burada da
rahat durmadılar. Korucuk bir başka sürgün yerleri oldu.
Gülen’in
cemaatinin yayın organlarına verdiği söyleşiler kitaplaştırılıyor, bu
kitaplarda Gülen; mitolojik bir efsanenin başkahramanı olarak sunuluyordu. Yine
aynı yayınlarda; kendini efsaneleştirme uğruna hata üzerine hata yapan, bir
önce söylediğini bir sonra tekzip etmesiyle de kendi kendinin Brütüs’ü olan bir
Gülen portresiyle karşılaşıyorduk.
Gülen,
hayatını anlatırken kimi yerde üç yaşında, kimi yerde dört yaşında, kimi yerde
beş yaşında namaza başladığını ve bir daha bırakmadığını ileri sürerken, başka
bir yerde ise kılamadığı namazlarını kaza ettiğini söylüyordu.
Dört yaşında
iken Kur’an’ı bir ayda hatmettiğini iddia ederken, girdiği vaizlik sınavında
geçer not olan on üzerinden beşi akrabaları olan diyanet görevlilerinin desteği
ile oldukça zorlanarak alabiliyordu.
Gülen,
atadan, dededen bu yana sahabe aşkıyla yandıklarını, sahabeyi dillerinden
düşürmediklerini belirtiyordu. Nedense Gülen’in ilan ettiği bu sahabe aşkı
ailenin çocuklarına verdiği isimlere bile yansımıyordu. Yansımadığı gibi daha
ilginç bir durum gerçekleşiyor, genelde Müslüman ailelerin itibar etmediği bir
ismi Gülen’in kardeşi taşıyordu: Mesih!
Fetullah
Gülen, ailesinin hem anadan hem babadan Peygamber Efendimizin soyundan
geldiğini ilan ediyordu.
Ancak;
“Şecere
nerede” diye sorulduğunda ise tam bir şark kurnazlığı edasıyla “Kayboldu”
diyebiliyordu.
Gülen ilk
mektebi normal yollardan bitirememişken, bir de adını ve soyadını bile
zorlanarak yazarken, nasıl oluyorsa İngilizce kitaplara imza atıyor, Yahudi
haklarını korumak ve Yahudiliğe hizmet için kurulan ADL’nin başkanı Abraham
Foxman’dan kitap yazma siparişi aldığını övüne övüne anlatabiliyordu.
Dün ağız
dolusu sövdüğü, sövmekle de kalkmayıp lanetler yağdırdığı; Amerika, Batı,
Vatikan ve Papa’ya bugün her fırsatta övgüler yağdırıyor, onları iltifatlara
boğuyor, bağlılıklarını bildiriyor, hizmetlerinde olduklarını arz ediyor ve
adeta onlara biat ediyordu.
Gülen, zora
geldiğinde haşa Allah’ın özel kalem müdürü edasıyla cennetle müjdelediği
müritlerine kendi tanımlamasıyla “Suma” yani “Gizli riya” ya da daha açık bir
deyişle ikiyüzlülük yapmalarını telkin ettiğini ifade ediyor, Allah ve
Peygamber sevgisinin de yalan olduğunu itiraf ediyordu.
İstikbalde
en ufak bir tehlike gördüğünde kıblesini ABD’ye çeviriyor, Allah’ın inayetinden
vaz geçip FBI ile ClA’nın korumasına sığınıyordu. Gülen, kızdırıldığında ipin
ucunu kaçırıyor, vaizlik yaptığı dönemler içerisinde Kur’an’ın sırtından para
kazanmanın yollarını aradığını, hatta Kur’an-ı sattığını ikrar ediyordu.
Gülen, finali
“Ve yine döneklik yapacağım” şeklindeki sözleri ile oynuyordu.
Nur Tarikatı
içinde Nurcu fikirlerle yetişen insanlar daha sonra değişik kılıklarla
karşımıza çıkıyordu. Sahaya Nurcu olarak sürülen Turgay, bir süre sonra
gelişimini tamamlayarak televizyonlarda Protestan Pastörü yani Papazı olarak
arz-ı endam ediyordu.
Tuncay
Güney, Nur Risaleleri okuyarak homoseksüel olduğunu keşfediyor, ardından bu
nedenle askerden çürük raporu alıyor, Fetullah Gülen’in sağ kolu olarak
Samanyolu televizyonunda “Doruktakiler” adlı bir program yapıyor, Üstadları
ve birçok Nur Tarikatı üyesi gibi son istasyona homoseksüel Haham Yamağı olarak
varıyor, Ergenekon tezgahı F tipi yapılanmanın kılavuzluğunu üstleniyordu.
İşin bir
diğer ilginç yanı; 12 Eylül öncesi duvarlara yazı yazmak ve benzeri İslamcı
eylemlerde Tayyip’in yanında yer alan yine Tayyip gibi Batum göçmeni bir Gürcü
olduğunu her fırsatta ilan eden Şeriatçı Emine Şenlikoğlu, Tuncay Güney’i yere
göğe sığdıramıyor, onun kendilerine çok büyük hizmetlerde bulunduğunu
anlatıyor, Tuncay Güney’in heykelinin dikileceğini ve dikilmesi gerektiğini
iddia ediyordu.
Kara
çarşaflı Şeriatçı Emine Şenlikoğlu, Homoseksüel Haham Yamağı Tuncay Güney ile
çok iyi bir arkadaşlıklarının olduğunu söylemeyi de ihmal etmiyordu.
Danıştay
saldırısından on gün kadar sonra Yunan Gazetesi To Vima: Bugün Ergenekon
tezgahı ile tutuklanan ve sözde örgütün yöneticisi olduğu iftirası atılan
insanlar hakkında bir yazı yayınlıyor ve yazıyı 27.6.2007 * tarihinde “Bu Yol
Ergenekon’a Çıkıyor” cümlesi ile bitiriyordu.
Oysa; o
tarihte Ergenekon’u kimse bilmiyordu. **
[* KY
(Kadife Yumruk) deepnote: Ulusal Kanal arşivlerinde haberin tarihi ve içeriği
şöyle geçmektedir: “28 Mayıs 2007’de Yunanistan’da yayınlanan To Vima gazetesi,
Muzaffer Tekin, Veli Küçük, İbrahim Şahin adlarının geçtiği ve TSK’yı hedef
alan bir haber yaptı. Haber şöyle bitiyordu: ‘Bütün bu olayların sonu
Ergenekon’a çıkmaktadır.’ Türkiye’de MİT-Emniyet-Başbakanlık-TSK arasında
dolaşan bu belgeler, birileri tarafından yabancı basına da servis ediliyordu.” http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/nedir-bu-ergenekon-1-ergenokonun-adi-bu-cinayetten-sonra-konuldu-h8656.html%5D
[** KY
deepnote: Ayrıca Fehmi Koru(türk)nun müstear isimlerinden biri olan Taha Kıvanç
imzayla 30 Nisan 2001 tarihli Yeni Şafak gazetisinde yayınlanan “Hayaller
gerçek galiba” başlıklı makalesinde “Ergenekon” ifadeleri geçmektedir.]
Yine
Nurcuların kucağında, Ermeni Said’in risalelerini okuyarak yetişen Abdullah
Öcalan eli kanlı terör örgütü PKK’nın elebaşı olarak sahne alıyordu. Terörist
başına en büyük desteği yine içinde yetiştiği F tipi örgütlenme sağlıyordu.
19 Mayıs
2009 tarihli Vatan Gazetesi’ne demeç veren Şeyh Sait’in torunu Abdülmelik
Fırat, terörist başının nurculuğunu şöyle anlatıyordu: “Evet, nurcuydu. Bunu
söyleyen bir tek ben değilim. Diyarbakır’da kadastro memurluğu yaparken hep
Risale-i Nur okuyordu…”
Aynı
Abdülmelik Fırat, Kurtuluş savaşına katılmayan ancak İngilizlerle yapılan Musul
ile ilgili görüşmeler sırasında İngilizlerden aldığı altınlar karşılığı ve
sözde Kürdistan hayali ile isyanlar çıkaran “Bir Türk öldürmek, yetmiş gâvur
öldürmekten daha üstündür” diyen Nakşibendî Lideri Şeyh Sait hakkında
Said-i Nursi’nin söylediği şu sözleri aktarıyordu:
“Ben Birader-i
azamim, ekremim Şeyh Sait Efendi’nin öcünü alacağım, aldım.”
Fetullah
Gülen ise intikamcı Ermeni Said ya da nam-ı diğer Said-i Nursi için her
fırsatta “Üstadım” diyor ve izinden gittiğini ilan ediyordu.
Gülen, eli
kanlı terör örgütü “Hizbullah”ı ise “Allah’ın askerleri” şeklinde tanımlayıp
“onore ederek” saflarını netleştiriyordu.
Laik,
demokrat ve Atatürkçü isimlerle, PKK ile mücadelede sembol olmuş, Kardak
kayalıklarını Yunan’a dar etmiş kahramanlar ise; PKK militanları, PKK
itirafçıları, kendi öz yeğenini 200 TL karşılığı erkeklere pazarlayan, ablasını
öldüren ve “şeriatçı” olduğunu bas bas bağırarak duyuran insanlığın yüz
karaları ile F tipi yapılanmanın hainleri tarafından Fetullah’ın kucağında
yetişen homoseksüel bir haham yamağının kılavuzluğunda, Anayasa Mahkemesi’nin
kararında laikliğe aykırı fiillerin odağı olduğu kabul edilen Tayyip’in çakma
savcılığında oluşturulan “hukuk” maskeli çete tarafından çakallara yem edilmek
isteniyordu.
Ömrünün
hemen hemen tamamını bu ülkeye hizmet için adamış insanların ilerleyen yaşları
ve cezaevlerindeki zor koşullar nedeni ile hastalanan yurtseverlere karşı,
kaçtığı Amerika’dan “Gatakulli yapıyorlar” şeklinde dalga geçmek de
Fetullah’a düşüyordu.
Ergenekon
tezgâhının en önemli amaçlarından birinin; Emniyet, MİT ve Adliye içinde
yuvalanan F tipi yapılanmanın Fetullah Gülen’in korkularını izole etmek,
Türkiye’ye sorunsuz dönmesini sağlamak, dönebilirse dikensiz bir gül bahçesinde
yaşamasına imkân vermek olduğu, Zaman Gazetesi yazarı ve Gülen hareketinin
kilit isimlerinden Hüseyin Gülerce’nin 27 Nisan 2009 tarihinde Star Gazetesi’ne
verdiği şu demeçle bir kere daha kanıtlanıyordu:
“Dava 5-6
yıl sürebilir. Ama dava, Ergenekon türü yapılanmalar devlet içinde cesaret
bulamayacak şekilde ilerlerse, bu, demokratikleşmeyi hızlandırır. Buna
normalleşme denilebilir ve Sayın Gülen’in de dönmesi mümkün olur.”
Gülencilerin
bu ihtiraslarına başta Tayyip Erdoğan, Abdullah Unakıtan gibi cürüm işlemek
için çete oluşturmaktan, nitelikli dolandırıcılığa kadar onlarca dosyası olan
AKP’li siyasetçilerin korkuları ve bu korkuların kabus haline gelmesi, Devlet
Bakanlığı döneminde şahsi harcamalarını devlete ödetmekten mahkumiyeti olan ve
evrakta sahtecilikten yargılanması sürekli gündemde olan Abdullah Gül’ün telaşı
ve Adalet Bakanlığı koltuğunu uzun süre işgal eden ve “Şeriat İçin Silahlı
Mücadele” sloganı ile eylemlerde bulunan İBDA-C’nin, “Kafir devlet
yıkılacak elbet” şeklindeki feryatları altında düzenlediği gecede, yine
aynı sloganlar altında kutlama mesajları okunan M. Ali Şahin’in hayalleri
eklenince, Atatürkçülere; sindirme, gözdağı verme, eziyet etme, korku salma,
işkence yapma ve en önemlisi susturma amaçlı Ergenekon komplosu sahneye
konuyordu.
Fetullah
Gülen, alışılmış din adamı profilinden uzak, din adına farklı söylemlerde bulunan,
Irak başta olmak üzere, tecavüze uğrayan, sakat bırakılan, öldürülen binlerce
Müslüman ve Müslüman çocuklarının acılarına karşı bir sfenks kadar yani başka
bir deyişle Mısır’ın sessizlik tanrıçalarından daha sessiz kalan,
Amerikalıların camileri bombalamalarına, iğrenç kahkahaları altında Kur’an’ı
nişangâh olarak kullanmalarına tepki vermeyen, ancak Iraklıların gönderdiği bir
füzenin Yahudi çocuklarına zarar verme uzak ihtimaline karşı feryad-ı figan
yırtına yırtına ağlayan ve bu feryatlarına Hz. Peygamberi de alet eden bir
fenomendi.
İmamlarla
yan yana görünmekten kaçınan, bunun yanında Fener Rum Patriği Bartholemeos,
Ermeni Papazları ve Yahudi din adamları ile iftar görünümlü ziyafetlerde bir
araya gelen, kendi düşüncelerini onaylamayanlara karşı “Hile mubahtır”
yöntemi ile tedbirler geliştiren biriydi.
Hiçbir zaman
fakir sofrasına oturup fotoğraf çektirmeyen, ama zengin iş adamlarıyla sürekli
halvet olan bir vaiz’di.
Fetullah
Gülen, yeterli din eğitimine ve bilgisine sahip olduğu oldukça kuşkulu olmasına
rağmen, dini gerekli bir şekilde bilmeyen, fakat itikatlı olduklarına inanılan
insanları etkileyebilecek noktaları iyi keşfeden bir aktördü.
Âlim olmayı
gerektirmeyen dini hikâyeleri, ızdırap yüklü ses tonu eşliğinde işlediği
sohbetlerinde gözyaşı suyu ile kişilerin manevi alanlarına nüfuz edecek şekilde
anlatan ve bu anlatımları dinleyen kişileri istediği yöne sevk etmeyi başaran
ve böylece birçok kesimin kendisinden etkilenmesini sağlayan bir illizyonistti.
Bu kitapta
Fetullah Gülen’in kimliğine projektör tutmaya çalıştım. Burada verilecek karar:
Gülen’in kendi halinde bir din adamı mı yoksa Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün
raporunda önemle vurguladığı gibi, “Cumhuriyet’e karşı en sinsi, en kapsamlı ve
en tehlikeli oluşumu köklendiren biri mi olduğu”dur.
Tabii ki
takdir okuyucunun…
Ergün Poyraz
5 Nolu L Tipi Cezaevi-Silivri
10.09.2009
5 Nolu L Tipi Cezaevi-Silivri
10.09.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder