15 Kasım 2017 Çarşamba

ERDOĞAN’IN BRUTUS İLE İMTİHANI



Tartışmanın nirengi noktası Cumhurbaşkan'ı Erdoğan’ın siyasi bekaasıdır. Erdoğan’ın  kendi siyasi yoluna ve şahsına dair biçtiği konum herkesin merak konusu olmakta ve bu merakın veya bilinen aşikar sırların etrafında yakın gelecek şekillenmektedir.

Erdoğan ve Türkiye için yakın gelecekte alınması muhtemel kararlar ve muhtevası üzerine kurulu olan senaryoların arkasında başka bir sahne yer almaktadır.

Sahne var sahneden içeru deyip arkadaki büyük komployu anlamaya çalışmak akıllara yorgunluk getiriyor.

Hele bir de Büyük Komplo’nun kim tarafından kurulduğu ve nasıl ilerlediği ise tartışmasına girmek sizi en yakın arkadaşlarınızla düşman hale getirebiliyor. Biz hadiseyi analiz metoduyla iredeleyelim.
Başbakan Erdoğan’ın siyasi bekaası hangi parametlere göre şekillenmektedir?

Cumhurbaşkan'ı Erdoğan’ı Parti kuruluşundan hemen önceki dönemde şahsen tanıma ve yakından sohbet etme fırsatı bulmuştum. Şimdilerde kendisinin sağ kolu olduğuna inanılan bir arkadaş vasıtasıyla birkaç seanstan oluşan ve uzun saatler alan mülahazalarımız olmuştu. Milli Güvenlik, Dış politika ve Müesses Nizam çerçevesindeki konuşmalarımız sırasında koridorlarda bekleyenler arasında henüz dışpolitika duayenleri, demokratik devrim teorisyenleri ve güvenlik siyaseti uzmanları peydahlanmamıştı.

Bu tarihten önceki dönemlerde eski Parti’nin salon sohbetlerinden Erdoğan’ın profiline uzaktan aşinayım. Belediye Başkanı olmasından sonra ise merak saikinden bilirim.

1995 yılının Mart ayında kendi Lise arkadaşlarımızla aramızdaki bir sohbetten kalan “Bu beş kişiden biri Başbakan olursa şaşırmamak lazım” denildiğinden bu yana, Erdoğan’ın yükselişine de şaşırmadım.

Bu özeti geçmemin nedeni ise Erdoğan’ın kendi şahsi geleceği ve siyasi bekaası hakkındaki duygularının temeline inmektir.

Çünkü içinde taşıdığı arzunun geçmişinden gelen duygu tabanı ile  mutlaka bir illiyet bağının bulunması gerekir. Yani bugün konjonktürel olarak bir arzu taşıyorsa, kendisinin bu arzusunu destekleyecek veya frenleyecek duygularının temeli de geçmişinde yatıyor olacaktır.

Bugün kendisinin hangi duygular içinde olduğunu bilmiyorum. Elbette  hakkında kanaat sahibi olduğum 20 yıl içinde anlayış ve isteklerinin çerçevesinin değişmediğini söyleyebilecek durumda da değilim.

Dost acı söyler misali en sert soru ile başlayalım, çünkü büyük komplo’nun ve çemberdeki Brutus’ların pozisyonu bu sorunun cevabı içinde önem kazanmaktadır:

Acaba Cumhurbaşkan'ı Erdoğan Praeses Perpetuus yani ömür boyu başkan olmak mı istemektedir?

Ne Ticaret-Liman günlerinde ne de gençlik hareketleri ve Siyasi Hayatının yükselme grafisinde bu arzuyu taçlandıracak bir emare olmadığı düşüncesindeyim. İkinci olarak Beyoğlu İlçe Başkanı olduğu dönemden itibaren ise teşkilat kavramının geleneksel kalıplarını yıkıp politik kampanya tekniğini geliştirdiği süreç boyunca, daima takım oyunu içerisinde kalma eğilimi göstermiştir. Üçüncü olarak dikkat çektiği andan itibaren yükselme grafiğindeki dostlarının, kendisi hakkındaki kanaatlerinin ortak noktası “değişime direnmeyen ama biraz yavaştan alan” tutumu olmuştur.

Yani benim kendisinin dostlarından sohbet ettiğim kadarıyla edindiğim izlenim böyle olmuştur en azından. Aynı şekilde kendi sohbetlerimde de farklı bir algılamam olmamıştır.

Fetihler dönemi boyunca Lider daima taltif edilirdi. Dolayısı ile her daim ve her fetih sonrası yeni bir üst paye veya halk ünvanıyla yükseltilirdi. Ne zaman ki savaşlar veya şartlardaki değişim zorlayıcı olmaya başlarsa bu defa Lider ile ünvan verenler arasında gerilim başlardı.

Perpetuus deyiminin en zor tarafı geriye dönüşü olmayan ve ancak Lider’den kurtulmak suretiyle o ünvandan kurutulan bir makam olmasıdır.

Böyle durumlarda da en çok kaybetme riski olan Lider değil etrafında birikimi olan birikenlerdir. Yani bu deyimin veya ünvanın en büyük şakşakçısı da en büyük düşmanı da çemberdekilerdir. Perpetuus deyiminin asıl anlamı, Meclisi tamamen ve hayat boyunca kontrol ve denetim mercii olmaktan çıkarmak olarak Türkçeye çevirebiliriz. 1826 yılından beri Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde bu türlü bir arzu bulunmuş olsa da başarıyla uygulanamamıştır.

Her seferinde de ya dış kontrol mekanizması yahut iç oto-kontrol mekanizması bu istekleri akamete uğratmıştır.

Erdoğan için de böyle bir istek veya arzudan bahs etmek mümkün olabilir ama sadece Başkan olmak istediği için veya tek adamlığın güçlü temsilini sahnelediği için perpetuus suçlaması yapmak haksızlık olabilir.

Güçlü ve egemen  bir karar vericinin böyle hisler içine girmesi normaldir ama kendisini durduracak oto-kontrol mekanizması da mutlaka devreye girecektir. Mesela Cumhurbaşkan'ı Erdoğan’ın Allah’a olan imanı ve Kur’an prensiplerine olan inancı böylesi bir arzunun ve arayışın kendisine yıkım getireceğini bildirmektedir. Aynı şekilde  konjonktürel siyasi ortam ve modern yönetim metodu içinde sonuçlarının nasıl vahim olacağını gösteren tarihi tecrübeye de müdriktir.

Kendi ifadesi ile fani olduğunun bilincindeki Cumhurbaşkan'ı Erdoğan, kontrolsüz ve denetimsiz bir nizam istemeyeceğine göre yani  kendisi böyle bir düşünce içinde ve istek peşinde olmadığına göre çemberdeki yakınlarının bu yönde beklentileri var mıdır? Kim bazı kulaklara “bu tür betimlemeleri yayanlar bunlardır” diyecek bir ithamda bulunabilir?

Geçen sene içinde bir vakit Washington’da sohbet ettiğim Amerika Birleşik Devletleri için çalışan memurlardan biri bana “ülkenizde bir Başkan görmek istemiyoruz belki daha güçlü bir Başbakan veya şimdiki gibi bir Cumhurbaşkanı görmeyi diliyoruz” demişti. Ben de kendisine “sözleriniz dilek kutusuna atılan her istek gibi mi” diye üsteleyince “konuyu kişisel değerlendirme lütfen ama bu bizimkisi bir prensip meselesi ve bizim prensiplerimiz sizinkiler kadar esnek değil” demişti. Yani  mesele Erdoğan mı diyen merakımı bu memur arkadaştan daha kıdemsiz öteki memur giderdi: “güçlü karakterinin yansımalarını biliyoruz ama yanındaki falanca(lar) kesin olarak diktaya meyil ederler ki benimle iddiaya girmeni tavsiye etmem” demişti.

İkinci cevap vermeye uğraşacağımız soru ile devam edelim: Nizamın Yeni Sahibi kim olmak istemektedir? Bir süredir eğlenceli tartışma başlıklarından olan “Yeni Türkiye” ifadesini duymaktayız. Bir şeyin eski olarak addedilmesi için Yeni hakkında tariflerimizi netleştirmek zorundayız. Mesela eski araba demek için yeni araba hakkında tarif vermek gerekir. Eski Türkiye benim yönetmediğim idi ve dolayısı ile Yeni Türkiye benim yönettiğim ülkenin adıdır derseniz ki kulaklara bu çok daha  yakın düşüyor. O takdirde sadece yöneticilerin değiştiği eski ve yeni arasındaki tek fark bir süre sonra şimdiki yeni de eski olacaktır gerçeğidir. Ama esas murad eski olanın muhtevası yani çelik çekirdeğin değiştiği veya değişiyor olması diyorsanız; o vakit  hangi grubun çelik çekirdek olacağı sorusu düşüyor insanın aklına. Hemen ardından da Ankara koridorlarında Yeni Türkiye’nin sahibi olmak için kimler nasıl bir savaş veriyor soruları başlıyor. Ak parti tek parça değil ama yapısı da çok esnek olmaya tahammüllü değildir. Koalisyonu oluşturan gruplar arasındaki “tutkalın sır formülü” en büyük hazine değerindedir. Formülü yazabilirim  ama  asıl önemli olan tutkalın bazı yerlerde artık sinyal verdiği gerçeğidir.

Üçüncü soru ve cevabına geldiğimizde: Çemberdeki adamlar merkezdeki Lider’e ne yapmaya hazırlanıyorlar? Şaşırtıcı şeyler...

Bazı yakın adamların Lider adına (veya sözde adınaymış gibi) bugüne kadar yaptıkları eğer yapacaklarının işareti ise sadece eyvah Başbakan’ın haline değil, aynı zamanda eyvah Memeleketin haline diyecek çok şaşırtıcı fiiller var. Şaşırdım mı diye kendime sordum ama kendimi ikna edecek bir cevap veremedim. Şaşırmadım demek için oyunun mahiyetine vukufiyet gerekir ki bu benim kapsama alanım dışında kalıyor ŞİMDİLİK.

Bunlar ünvansız sessiz tayfa, bir de ünvanlı çok sesli korosu var!  Cumhurbaşkan'ı Erdoğan ile   dışardaki koridorda saatlerce bekleyen ve sonraları bazıları bakan, bazıları Parti yöneticisi olan zevattan kendisine yönelen teveccühün altında ne yattığını  film seyreder gibi izlediğim için beni şaşırtmayan fiiller içindeki faillere de bakıp şaşırmıyorum. Kasadan para çalan muhasebeci gibi “kendisine olan ihtiyacın kendi günahlarını örtmeye yeteceği” varsayımına dayalı olan kimileri vardı ki ve var ki bunların kim olduğunu kasa düşünsün diyeceğim, ama kasa dediğin de memleketimiz değil mi?

Sezar’ın en büyük problemi Octavius’u veliaht ilan ederken ikinci bir yedek aday daha belirmesi idi. Daha büyük hatası ise bu ikinci veliahtı Brutus olarak ilan etmesiydi. Brutus’un en önemli özelliklerinden biri oyundaki birden fazla taraf ile ticari ve siyasi ortaklıkları olmasıydı. Ayrıca Atatürk Bulvarı banka şubelerinden “geçmiş iyi çocukların bugünkü günahlarının müteharriki olan finansmanın temini” gibi kritik işlerde inkar edilemez özel bağlar kurmasıydı. Gerçi İstanbul Tarabya’dan, Ulus’tan veya Kısıklı’dan bakınca bu tezgahı okumanın zorluğu üzerine yazı yazmak abesle iştigal olur ama “diyemedim ya” dememek için yazmış olayım. Pardon! Yine yanlış bir konuya temas ettik, halbuki biz Roma ve Tribün tepesinden bahsedip Sezar’ın yolunu değiştirmesini sağlayarak özel odaya yönlenmesinden söz ediyorduk. Odada suikasta kurban giden Sezar’ın suçu Brutus’u Veliahtın koruyucusu olan ikinci veliaht tayin etmesiydi. Yoksa gidip Jupiter’in defne ve zeytin yaprağından tacını taktı diye komploya kurban gitmemişti herhalde...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder