Aliyev ve Tatar, ülkesini işgal edenlerle işbirliği yapan iktidar sahipleri için kullanılan bu sıfatı fazlasıyla hak etmişlerdir.
Geçen haftaki yazımı “68’li Mustafa Akıncı’nın Kıbrıs cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde Tayyip’e karşı kazanacağı zafer, aynı zamanda Deniz’lerin ve
Mahir’lerin de zaferi olacaktır” diye bağlamıştım. O günkü verilere göre büyük
bir sürpriz olmazsa, adayı ikinci tura kalamayan sol eğilimli Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP)’nin de
desteğiyle Mustafa Akıncı 18 Ekim’deki ikinci oylamada yeniden cumhurbaşkanı
seçilecekti.
Ne yazık ki, Kuzey Kıbrıs’ın
1974’te Türk Ordusu tarafından işgalinden bu yana kapalı tutulan Maraş’ın Kıbrıs ve Yunanistan başta olmak
üzere birçok ülkeden gelen protestolara rağmen son anda yerleşime açılması,
dahası kararsız seçmenlere son anda rüşvetler dağıtılması, muhaliflere de baskı
ve tehditler uygulanması sonucunda Erdoğan’ın kuklası Ersin
Tatar cumhurbaşkanlığı koltuğuna yerleşmiş bulunuyor.
Kuzey Kıbrıs’ta yıllardır türlü
baskılara ve tehditlere meydan okuyan Avrupa Gazetesi genel yayın yönetmeni Şener Levent “Onur değil… Para kazandı…
Bir de baskı, tehdit, şantaj, yalan dolan eklendi buna… Biz kaybettik…” diye
başladığı değerlendirme yazısında Türkiye ana akım medyasının örtbas ettiği
gerçekleri net şekilde ortaya koyuyor:
“Toplumun tüm muhalif kesimleri
ilk kez birleşti bu cephede… Sosyalist, sosyal demokrat, liberal… Elini
vicdanına ve yüreğine koyan kim varsa… Birleşti de, karşısındaki gücü
deviremedi yine… Federalizm de çöktü… Taksim kazandı… İki devletçiler!
“Nerde kaybedildi bu seçim?
İskele’de… Tatar’a 9343 oy çıktı, Akıncı’ya ise 3855… Aradaki fark 5482… Ülke
genelindeki farkı da bu belirledi zaten… Tatar 67322, Akıncı 62910… Fark 4412…
Seçim sonucunu TC’lilerin belirlediğini apaçık bu da gösteriyor işte…”
Özgür Gazete Kıbrıs'tan Pınar Barut "Bu zamana kadar hiç
görülmemiş müdahalelerin yaşandığı, görülmemiş asayiş sıkıntısının yaşandığı
bir seçim oldu. KKTC tarihinde hiç bu kadar seçim suçu işlenmemişti" diyor
seçimin ardından ve Artı TV'de Petek
Atıcı Türkmen'in sunduğu Haber Aktüel programında bir bir açıklıyor:
"Seçimden bir gece önce
çok ciddi paraların dağıtıldığı, insanların oylarının satın alındığı bilgileri
de bize geldi. İnsanların oylarının fotoğraflarını çekmelerinin sebebinin de
bunun ispatı niteliğinde olduğu söylendi… Burası küçük bir ülke. Etrafımızda
eşimize, dostumuza, akrabamıza gidildi. Birçok oy 3 bin lira karşılığında satın
alındı. Partilerin gençlik kolları da sandıktan çıkan insanların ellerindeki
listelerden isimlerini işaretlediler. Bu insanlar gerçekten sözlerini tutup
aldıkları para karşılığında oylarını verdiler mi diye…"
Evet, “Ana
Vatan” 46 yıl önce askeri operasyonla işgal ettiği, yarım yüz yıla
yakındır yarı sömürge statüsünde tuttuğu, geçen yazımda ayrıntılarıyla
açıkladığım gibi kurdurduğu cürüm çetelerine adanın bağımsızlıktan,
özgürlükten, sosyal adaletten yana aydınlarını alçakça katlettirdiği “Yavru Vatan”a 18 Ekim cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde bir kez daha kasdetti…
Bundan sonra ne olacak?
Bu sorunun yanıtını da yine
Kıbrıs’lı gazeteci Şener Levent veriyor:
“Bundan sonrası mı? Molla, tarikat ve yobaz düzeni… Şovenist histeri… Savaş
kışkırtıcılığı… Tayyip Erdoğan’ın alfabesidir bu…
“Ve siz… Mücadelede kararlı
olanlar… Eğer bu mücadeleyi Erdoğan’a karşı değil de, kuklası olan Tatar’a
karşı verecekseniz yine, boşuna uğraşmayın… Bu rezil işgale karşı sesinizi
yükseltmedikçe sonuç hiçbir zaman bundan farklı olmayacak…”
Evet, hile ve hurdayla
Erdoğan-Bahçeli çetesinin kuklası Tatar’a kazandırılan 18 Ekim seçimlerinden
sonra Kuzey Kıbrıs’ın tamamen sömürgeleştirilmesi, hattâ daha da ileri giderek
Türkiye’ye ilhak edilmesi bile hiç de şaşırtıcı olmayacak.
Uluslararası dengeler bu
ilhakın adının konmasına olanak vermese bile son direnç kaleleri de
çökertilerek Kuzey Kıbrıs fiilen Türkiye’nin bir eyaleti haline
dönüştürülecektir.
Bir kez daha anımsayalım.
Kendisini İslam âleminin ve
Türkofon dünyanın lideri gören Erdoğan’ın, HDP dışındaki tüm partilerin açıkça
ya da kerhen desteklediği büyük islami fütuhatının yakın hedefinden biridir
Kuzey Kıbrıs…
Tıpkı 2. Dünya Savaşı
sonrasında ABD Ordusu’nun “komünizme karşı mücadele” amacıyla dünyanın hemen
hemen her ülkesinde üs ve tesisler kurduğu gibi, Recep Tayyip Erdoğan
başkomutanlığı altındaki Türk ordusu da gerektiğinde “Türk ve İslam
düşmanlarına karşı” askeri operasyonlara girişmek üzere dünyanın üç kıtasındaki
tam 15 ülkede askeri üs ve tesisler kurmuş bulunuyor: Afganistan,
Arnavutluk, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Irak, Katar, Kosova, Kuzey Kıbrıs, Libya,
Lübnan, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Suriye, Somali, Sudan.
Türk Ordusu ve yanında
götürdüğü paralı İslamcı teröristler Suriye’den, Irak’tan, Libya’dan sonra
haftalardır Azerbaycan ordusuyla birlikte Yukarı Karabağ’a, hattâ Ermenistan
topraklarına saldırıyor.
Türk Ordusu’nun sınır dışı
operasyonları sadece kara ve havayla da sınırlı değil…
“Barbaros’un torunları
denizlere sığmıyor… Hidrokarbon kaynaklarıyla çok uluslu şirketlerin ilgisini
çeken Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin haklarını koruyan savaş gemileri, Kuzey Buz
Denizi’nden Hint Okyanusu’na uzanan deniz alanında uluslararası operasyonlara
başarıyla imza atıyor. 462 bin kilometrelik deniz alanında 103 savaş gemisini aynı
anda tüm ateş gücüyle yüzdüren Türk Deniz Kuvvetleri dünyaya parmak ısırtıyor.” Milliyet, 24 Mart 2019)
Erdoğan’ın Türk-İslam
fütuhatının hedefine ulaşabilmesi için sadece askeri vuruculuk yeterli değil,
hedef ülkelerde de Ankara’nın direktiflerine harfiyen uyacak kukla liderler
olması gerekir.
Türkiye’nin sınır komşusu
Azerbaycan’da böyle biri 17 yıldır iktidarda… “Tek Millet, İki Devlet” göz
boyacılığıyla Kafkaslar’da Tayyip’in koçbaşılığını yapan İlham Aliyev…
Türkiye’nin karşı sahil komşusu
Kuzey Kıbrıs’ta da, Mustafa Akıncı’nın beş yıllık onurlu ve kişilikli
cumhurbaşkanlığı döneminden sonra, yine Tayyip’in emirlerini harfiyen yerine
getirecek biri başkanlık koltuğuna oturtulmuş bulunuyor: Ersin Tatar.
Bundan böyle Aliyev ve Tatar,
biri Türkiye’nin doğusunda, diğeri Türkiye’nin güneyinde, Erdoğan’ın Quisling’leridir…
Quisling de
neyi nesi?
Uluslararası siyasal
literatürde ülkesini işgal edenlerle işbirliği yapan iktidar sahipleri için
kullanılan, kısacası “hain” anlamına gelen bir kelime…
2. Dünya Savaşı yıllarını
yaşamış olanlar iyi anımsar Quisling’in
neyi nesi olduğunu… O dönemde Hitler’in Nazi ordusunun işgal ettiği ülkelerden
biri de kuzey Avrupa’daki Norveç’tir.
9 Nisan 1940’da başlayan Alman
işgaline karşı başta Kral Haakon VII ve
tüm ülke yöneticileri direnirken, Norveç Faşist Partisi genel başkanı olan Vidkun Quisling önce bir hükümet
darbesiyle iktidarı ele geçirmeye kalkışmış, ancak halktan ve ülke
yöneticilerinden destek alamadığı için iki yıl işgalcilere el altından hizmet
vermiş, nihayet Hitler’le bir anlaşma yaparak 1 Şubat 1942’de resmen
başbakanlık koltuğuna oturmuş, ülkede bir faşist rejim kurarak Yahudileri
toplama kamplarına göndermiştir.
Norveç Müttefik kuvvetler
tarafından Nazi işgalinden kurtarılınca Quisling vatan
haini olarak 9 Mayıs 1945’te tutuklanmış, işlediği insanlığa karşı suçlardan
dolayı yargılanarak 24 Ekim 1945’te idam edilmiştir.
Onun idamından sonra Quisling adı işgalcilerle işbirliği
yapanlar için kullanılan sıfatlardan biri olmuştur.
Bizim kuşak 2. Dünya Savaşı
bitip de sözümona çok partili “demokrasi”ye geçildikten sonra Türkiye
topraklarını ABD emperyalizmine peşkeş çeken, o emperyalizmin ideolojik,
politik, ekonomik ve askeri dayatmalarına karşı çıktıkları için barış,
demokrasi ve sosyal adalet savaşçılarını zindanlara atıp işkenceden geçirten,
idam sehpalarına gönderen nice Quisling’ler
tanıdı… CHP, DP, AP iktidarlarının sorumluları, darbeci generaller, daha sonra
darbecilerin anayasasıyla iktidar olanlar…
Ya ABD emperyalizmine karşı
çıktığı için Türkiye İşçi Partisi lokallerini bastırtan, Amerikan 6. Filosu’nu
protesto eden işçilere ve gençlere Kanlı Pazar saldırısını yaptıran,
anti-emperyalist devrimci gençleri pusularda katlettiren Türk-İslam Sentezi
babaları…
Ne ki, onyılların Quisling’leri artık Türkiye’de tek başına
iktidar olmuş, bir yandan Türkiye’de solu ve Kürt ulusunu vahşice ezmeye devam
ederken, başka ülkelerde Türk-İslam fütuhatı için kendilerine hizmet edecek
yeni Quisling’ler yaratmakta…
Evet, bugün Hitler’in yolunda büyük
bir cüretle ilerleyen Erdoğan’la işbirliği yapanlara da yakışacak en uygun
sıfat Quisling’tir.
İlham Aliyev ve Ersin Tatar bu
sıfatı fazlasıyla hak etmektedir.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder