YAHUDİLİK VE MÜSLÜMANLIK ARASINDA Kİ İNANILMAZ
BENZERLİKLER
Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslam “İbrahimi dinler” (Semavi dinler) olarak bilinir. İlk
İbrahimi din, Babil Sürgünü’nden önce, M.Ö. 1. yüzyılda kadim İsrail ve Yahuda
krallıklarında uygulandığı haliyle Yahudilik idi. Müslümanlar, İbrahim’in büyük
oğlu İsmail’i Arapların Babası olarak kabul ederler. İbrahim’in küçük oğlu
İshak ise İbranilerin Babası olarak adlandırılır. Yahudi geleneğinde, İbrahim
Avraham Avinu, ya da “Babamız İbrahim” olarak adlandırılır. Müslümanlar ise,
İshak’ı İslamın önemli peygamberlerinden biri ve İsmail vasıtası ile
Muhammed’in atası olarak kabul ederler.
Muhammed,Mekke’de
dini yayarken, “Ehl-i kitap” olarak adlandırdığı Hıristiyanlar ile Yahudileri,
öğretilerinin temel ilkelerini paylaştığı doğal müttefikleri olarak görmüş,
onay ve desteklerini vermelerini beklemiştir. O dönemde, Müslümanlar da tıpkı
Yahudiler gibi ibadetlerinde Kudüs’ü kıble alıyordu. Muhammed, Yahudi
cemaatinin uzun süredir tek Tanrı’ya ibadet ettiği Medine’ye hicret etmekten de
büyük heyecan duymuştu
İslam ile
Yahudiliğin paylaştığı birçok ortak yön bulunmaktadır. İslam, gelişimi
sırasında Yahudiliğe en yakın büyük din haline gelmiştir. Antik Yunan ve İbrani
kültürlerinin etkileşiminden ortaya çıkan Hıristiyanlığın aksine, Yahudilik
genel dini görünümü, yapısı, hukuk felsefesi ve uygulaması ile İslama benzerlik
gösterir. İslam içinde, kökenleri Tevrat’ta yer alan geleneklere ya da Tevrat
sonrası Yahudi geleneklerine dayanan birçok gelenek yer almaktadır. Bu
uygulamaların geneline İsrâîliyyât adı verilmektedir.
Tarihçi
İlber Ortay’lı İslam’ı “evrensel yahudilik” olarak tanımlamıştır. Gerek
Kurallar gerekse Allah anlayışı bakımından bu iki dinin yakınlığı konunun
uzmanları tarafından birçok akademik kaynakta vurgulanmaktadır.
Kur’an
İsrailoğullarının “kutsal topraklarda” yaşayacağını ve devlet kuracağını adeta
müjdeler.
A’RÂF SÛRESİ
(137) Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve
bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin
İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında
gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup)
yükselttiklerini yerle bir ettik.
YÛNUS SÛRESİ
(93) Andolsun, biz İsrailoğullarını çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara
temiz rızıklar verdik. Kendilerine bilgi gelinceye kadar ayrılığa düşmediler.
Şüphesiz ki, ayrılığa düşmüş oldukları şeyler hakkında Rabbin kıyamet günü
aralarında hükmünü verecektir.
İSRÂ SÛRESİ
(104) Bunun ardından İsrailoğullarına şöyle dedik: “Bu topraklarda oturun,
ahiret va’di (kıyamet) gelince hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz.”
CÂSİYE
SÛRESİ (16) Andolsun biz, İsrailoğullarına kitap, hükümranlık ve peygamberlik
verdik. Onları güzel ve temiz yiyeceklerle rızıklandırdık ve onları
(dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık.
TÂ HÂ SÛRESİ
(80) (Allah şöyle dedi:) “Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık, size
Tûr’un sağ yanını vadettik ve size kudret helvası ile bıldırcın indirdik.”
İki din
arasındaki en bariz ortak uygulama Tanrı’nın kesin tekliğinin ifadesidir:
Müslümanlar bunu her gün kıldıkları beş vakit namaz ile, Yahudiler ise günde üç
vakit ibadetin yanı sıra en az iki defa Şema Yisrael (bir tür yahudi kelime-i
şahadeti) ile ifade ederler. İki din de imanın merkezinde yatan oruç tutma ve
sadaka verme uygulamalarının yanı sıra perhiz kuralları ve arınma ritüellerinin
diğer yönlerini de paylaşırlar. Katı perhiz kuralları altında, yenmesine
müsaade edilen gıdalara Yahudilikte Kaşer, İslamda ise Helal adı
verilir. Her iki din de domuz etinin yenmesini yasaklar. Helal kısıtlamaları
Kaşrut perhiz yasalarının bir alt kümesini andırır, dolayısıyla birçok kaşer
gıda, özellikle de, İslamın Allah’ın adı ile kesilmesini emrettiği et, helal
kabul edilir.
Hem İslam
hem de geleneksel Yahudilik eşcinselliği yasaklar ve evlilik dışı cinsel
ilişkiden men eder ve kadının adet döneminde cinsel ilişkiden kaçınmayı
emreder. Her iki dinde de erkeklerin sünnet olması emredilir. Her iki dinde de
kadınların örtünmesi üzerine din alimleri vaaz verir ve Yahudilikte de bu tartışmalı
konular arasındadır.
YAHUDİLİK VE
GELENEKLERİ
A) Taharet:
Tevrattaki
ifadelerden, Yahudiler’in ibadetleri yerine getirmek için islâm’daki abdeste
benzer uygulamalara sahip oldukları anlaşılmaktadır.[425] Bu husus, su ile
ellerin ve ayakların yıkanmasını da içine almaktaydı. Talmud’da su bulunmadığı
zaman kum kullanılmasına cevaz verildiğinden bahsedilmektedir. Bu da islâm’
daki teyemmümü hatırlatmaktadır.[426] Yine Yahudiler yemeklerden önce elleri
yıkayarak, temizliğe riayet etmekteydiler.[427] Ayrıca, cünüplük, hayız,
lohusahk, özür ve murdarlık hallerinden ötürü guslediyorlardı. Lohusahk
müddetince kadınlar murdar sayılmış ve kutsal kabul edilen şeylere dokunmaları
yasaklanmıştı. Tevrat’a göre erkek çocuk doğuran kadm yedi gün murdar olmakta,
otuz üç gün de lohusalık müddeti sürmekteydi. Kız çocuk doğuran kadın ise, iki
hafta murdar olmakta ve altmış günde Lohusahk müddeti sürmekteydi.[428]
Yahudilerde
hayız halindeki kadın murdar sayılmaktaydı. Bu sebeple hayızlı kadının
dokunduğu her şey murdar sayılmaktaydı. Hayızlı kadına veya onun dokunduğu
şeylere temas eden kimse de murdar sayıldığı için, kendisini ve elbiselerini
yıkamak zorundaydı. Bu kişinin murdarlığı akşama kadar devam etmekteydi.
Kadının hayız müddeti yedi gün kabul edilmişti. Hayızlı kadınla yatan kimse
de, kadın gibi yedi gün murdar olmakta, dokunduğu her şey murdar
sayılmaktaydı.[429] Hz. Peygamberin zamanında Medine ve civarında yaşayan
yahudiler, Tevrâtm bu hükmünden dolayı hayızlı kadınlarıyla bir arada
bulunmuyorlar, onlarla birlikte yemek yemiyorlar, hayızlı kadınlarını
evlerinden çıkarıyorlardı.[430] Yahudilik’te erkek olsun, kadın olsun özürlü
olanlar murdar sayılmaktaydı. Bu durumdaki kadın ve erkeğin kullandığı eşyalar
ve dokundukları şahıslar murdar kabul ediliyordu. Özürlü kimseye dokunan şahsın
elbisesini ve bedenini yıkaması gerekmekteydi. Murdarlığı ise akşama kadar
sürüyordu. Tevrat, özürlü kadın ile hayızlı kadın arasında fark
gözetmiyordu.[431] Ayrıca elbiselerine idrar bulaşmasından da şiddetle
sakınıyorlardı. Onlardan herhangi birisinin elbisesine idrar bulaşsa, idrar
bulaşan bu kısmı makasla kesecek derecede titizlik gösteriyorlardı.[432]
Yahudiler,
cünüblükten dolayı da yıkanıyorlardı. Yıkandıktan sonra murdarlıkları akşama
kadar devam etmekteydi. Tevrat meni bulaşan elbiselerin de yıkanmasını
emretmişti. Cünüblükten dolayı murdar olan bir kimse mukaddes şeylerden
yiyemezdi. Ekmek de mukaddes şeylerden sayılmaktaydı.[433]
Murdarlık
ise; hayız, nifaz, özür, cünüblük hallerinden birine sahip olan kadın veya
erkeğe, murdar sayılan bir hayvana dokunmaktan meydana gelirdi. Böyle
kimselerin, bedenlerini ve elbiselerini yıkamaları gerekirdi. Murdarlıkları
ise akşama kadar sürerdi. Bu kimseler de mukaddes şeylerden yiyemezlerdi.[434]
Kendisine veya leşine dokunulduğu zaman murdar olunan hayvanlar ise şunlardı:
Çatal tırnaklı olmayan, geviş getirmeyen hayvanlarla, dört ayaklılardan
pençesi üzerinde yürüyen hayvanlar, gelincik, fare, bukalemun bunların içine
dahildir.[435] Eti yenilebilen hayvanların leşinden yiyen, leşini taşıyan
kimseler de murdar sayılıyordu.[436] Ayrıca zorunlu haller dışında da
gusletmek iyi bir davranış sayılıyordu.[437]
B) Günlük Ve
Haftalık İbadetler:
Yahudiler,
ibadetlerine niyet ederek (Kavvana) başlıyorlardı.[438] İbadetlerde ise özel
kıyafetler giymekteydiler. Sabah ibadetinde Tallit denilen bir örtü
örtünürler, diğer vakitlerde ise, Tzizith (Saçaklı) denilen bir dış elbise
giymektedüer. Ayrıca sabah ibadeti esnasında iki tane dua kayışı bağlarlar ve
bu kayışlara Tefîllin denilen hamayıllar asarlardı. Bunların içinde Tevrat’tan
bazı bölümler bulunurdu.[439] îbadet esnasında erkekler ve kadınlar başlarım
örterlerdi.
Günde beş
kere ibadet yapılmaktaydı. Bunlar Şaharit (sabah), Musaf (öğle), Minha
(ikindi), Neilat Şerarim (akşam üstü) ve Maarib (Akşam) ibadetleriydi. Aslında
Yahudilik’te tayin edilmiş üç ibadet vakti vardı. Bunlar, sabah, öğleden sonra
ve akşamdı. Sabah ibadeti şafağın sökmesinden günün üçte bir vakti girinceye
kadar, öğleden sonraki ibadet, güneşin batmasından biraz önceye kadar, Akşam
ibadeti, akşam karanlığının biraz öncesinden şafağın sökmesine kadar ezberden
okunarak yapılırdı.[440] Babil dönüşü Şaharit, Musaf, Minha ve Neilat Şerarim
olarak, dört vakitte ibadet edilmeye başlanmış, sonraları Musaf yalnız Sebt ve
Bayram günlerinde, Neiîat ise yalnız Keffaret Bayramında yapılır olmuştur.
Maarib adı verilen ve akşam evde yapılan bir ibadet de bunlara
eklenmiştir.[441] Talmudda ise Şaharit’in Hz. ibrahim’den, Min-ha’nın Hz.
Ishak’dan Maarib’in de Hz. Yakub’dan kaldığı zikredilmiştir.[442]
Yahudilik’de
günlük ibadetin özü dua ve niyazdan ibaretti. Günlük ibadette, namazdaki gibi
kıyam (Amidah), rüku (Keria), secde bulunurdu. Sesli ve sessiz olarak dualar
okunurdu. Dualarda Allah’ın senası ve şükrü, ihtiyaçlar için yalvarış ve
îsrailoğulla-rı’mn yeniden ihtişamına kavuşması için yapılan yakarışlar yer
alırdı.[443] Dini metinler haham tarafından makamla okunurdu. Bu duaların çoğu
îbranice idi.[444] Toplu ibadetler Havralarda yapılır ve hahamlar tarafından
idare edilirdi. Cemaatla ibadet edebilmek için en az on erkek bulunması
(Minyan) gerekirdi. Erkek sayılabil-mek için ise Bar Misva olmak (on üç yaşını
geçmiş olmak) icabe-derdi.[445] Yahudiler, ibadet esnasında Kudüs’e
dönerlerdi.[446] Yahu-dilerde haftalık ibadet ise, Tevrat’ın emri gereğince
Sebt (Cumartesi) günü yapılırdı. Tevrat’a göre, Yahova dünyayı altı günde yaratmış
ve yedinci günde istirahat etmişti. Bunun için Sebt günü hiçbir şey yapmayarak
ibadet edilmelidir.[447] Yahudiler Sebt gününe Cum’a’dan hazırlanırlardı. Sebt
günü Cuma akşamı başlardı. Bu sebeple Cuma akşamı Havraya gitmek zorundaydılar.
Sebt Günü yemek pişirmeleri de yasak olduğu için,[448] yiyecek ve ihtiyaçlarını
Cuma’dan hazırlarlardı.[449]
C)
Bayramlar:
Kaynağını
Tevrat’tan ve eski çağlardan alan, özel Yahudi takvimine göre düzenlenen
bayram ve törenleri vardı. Israiloğulları, 1 ve 2. tapmaklarının yıkılışı
dolayısıyla Ab (Temmuz-Ağustos) ayının 10. gününü Milli Yas Günü ilan
etmişlerdi. Bu gün, Ab ayının 9. günü güneşin batmasıyla başlar, ertesi gün
gece gökte üç yıldız görününceye kadar devam ederdi. Bu süre içinde yiyip içmezler,
Yeremya Kitabı’ndan ağıtlar okunurdu. Havralarda ise Eyüb Kitabı okunurdu. Bu
tarihten üç hafta evvelinden itibaren oruç tutulur, bu süre zarfında düğün
dernek, eğlence yapılmaz, son dokuz günde et yenilmez, şarap içilmezdi.[450]
Tişrî ayının birinde ise Roş Ha Şana adlı Yeni Yıl Bayramı kutlanırdı. Bu gün,
on keffaret gününün de birincisi sayılırdı. Dünyanın bu günde yaratıldığına
inanılır, dua edilir, ailecek Havraya gidilirdi. Bala batırılmış ekmek gibi
tatlı tatlı şeyler yenilir, Öğleyin yıkanılıp Tevrat okunurdu.[451]
Tışri ayının
onuncu günü ise Yom Kippur denilen Büyük Keffaret Bayramı kutlanırdı. Yom
Kippur günü oruç tutulur, arefe günü havraya gidilir, ölülerin ruhları için mum
yakılırdı. Gün boyunca havrada ayin yapılır, I. Krallar Bölümünden parçalar
okunarak oruç gününe son verilirdi. Yahudilerin altın buzağıya tapmaları, bu
sebeple Allah’ın gazabına uğramaları ve bu suçtan bağışlanmaları sebebiyle
kutlanmaktaydı.[452]
Purim
Bayramı ise, Adar ayının 14. günü kutlanmaktaydı. Bu bayram, Ester adlı bir
yahudi kızının, yahudileri iranlıların katliamından kurtarması dolayısıyla
kutlanmaktaydı. Bu günde Kitab-ı Mukaddes’in Ester bölümü okunur, şölenler
düzenlenir, yoksullara bağışta bulunulurdu. [453]Pessah (Hamursuz) bayramı ise
Abib (Nisan 19) ayında başlar ve bir hafta sürerdi. Bu bayramda mayalı ekmek
yenilmez, “Fısıh” adıyla anılan bir kurban kesilip eti sabaha kalmadan
yenilirdi.[454] Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiği zaman, bir gün
yahudilerin giyinip süslendiklerini ve oruç tutup bayram yaptıklarını görmüş ve
bugünün ne olduğunu sormuştu. Yahudiler de “Bugün, Allah’ın Musa’yı ve kavmini
Fi-ravun’dan kurtardığı büyük gündür” diye cevap vermişlerdi.[455] Asr-ı
Saadette yahudilerin Medine ve civarında kutladıkları bugünün,
îsrailoğulları’nın Mısır’dan çıkışları dolayısıyla düzenlenen Pessah
(Hamursuz) Bayramı olduğu onlaşılmaktadır.[456]
Yahudilerin
kutladığı diğer bir bayram, Kisler ayının 25. günü başlayıp bir hafta süren
Hanukka Bayramı’ydı. Yeruşalim Tapmağı’mn onarılması hatırasına yalnız evlerde
kutlanılır, sekiz kollu Hanukka şamdanı yakılan mumlarla dolardı.[457] Sukkoth
(Çardak) Bayramı ise Yom Kippur’dan sonar Tişrî ayının löinde kutlanırdı. Bu
bayramı kutlamak için gölgelik mahiyetinde çardaklar hazırlanırdı. Bayram 7
gün sürer, ilahiler, Mezmurlar okunurdu. Yemekler bu çardaklarda yenir, bu bir
ibadet sayılırdı. Çardaklar îsrailoğulları’nın çölü geçişlerinde Tann’nm
kendileriyle beraber olduğunu simgelerdi. Ayrıca Hz. Musa’ya on emrin
verildiği gün olan Şavvot (Gül) Bayramı da kutlanırdı. Bu bayram Pessah’tan
elli gün sonra yapılmaktaydı.[458]
D) Yağmur
Duası:
Yahudilerde
de Yağmur duasına çakma geleneği vardı. Kur’ân-ı Kerim Hz. Musa’nın Yağmur
duasına çıktığından bahsetmektedir.[459] Kitab-ı Mukaddes’te ise îsrailoğullan
yağmur duasına çıkmadıkları için kınanmaktadır.[460] Hadislerde ise, Hz. Süleyman’ın
Yağmur duasına çıktığından söz edilmektedir.[461] Ayrıca, Yahudiler günlük
ibadetlerinde günde üç defa bereketli yağmurların yağması için dua
etmekteydiler. [462]
E) Cenaze:
Yahudilik’te
ölü murdar sayılmaktaydı. Kahin soyundan olanlar ise içinde ölü bulunan eve
girmezlerdi. Ölen kimseye dokunan da murdar olurdu.[463] Ölünün yakınları
cenaze ile ilgili işlerle ilgilenmezler, bu işle ilgilenen kadın veya erkekler
ölüyü soyar, yıkar, kefenlerini giydirip tabuta koyarlardı. Ölünün üzerine usulünce
bir ılık su dökülür, daha sonra bol su dökülür ve Tevrat’tan belirli bazı
cümleler okunurdu.[464] Cenaze üstü örtülü olarak bir teneşire yatırılıp
yıkanırdı. Cenaze kurulanır, kefeni giydirilirdi. Elbise herkes için birdi ye
beyaz bezden takke, gömlek, don, kuşak ve kemerden ibaretti. Ölünün başında
konuşulmazdı. Bu işlemlerden sonra kısa bir dua yapılır ve ölü doğrudan
doğruya toprağa yatırılırdı. Cenaze alayı yola çıkmadan Mezmur’dan bazı
parçalar ile bazı dualar okunurdu. Cenazeler omuzlarda taşınırdı. Ölü mezara
indirilince Daniel Kitabı’ndan “Ve sen git, kendi sonuna” sözü söylenir, ölünün
yüzü Yeruşalim Tapmağı’nm bulunduğu tarafa çevrilirdi.[465] Cenaze kabre
konuluncaya kadar cemaat oturmazdı.[466] Sonra bir kürek toprak ölünün üstüne
serpilir, gene dua edilir, sonra kürek elden ele geçerek defin işlemi
tamamlanırdı. Cenaze törenine kadınlar katılmazlardı. Cenaze töreninden sonra,
cemaata yemek verilirdi.[467] Cenazenin defnedilmesinde acele edilir, mümkünse
öldüğü gün kaldırılırdı.[468] Ölünün arkasından yakınlarının matem tutarken
aşırılıklara kaçmaları, saç baş yolup, üst baş yırtmaları, vücudlarmda yaralar
açmaları ise Tevrat tarafından yasaklanmıştı.[469]
F) Oruç:
Oruç ibadeti
Yahudilerde de vardı. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiği zaman, bir gün
onların giyinip süslenip, bayram yaparak oruç tuttuklarını görmüş ve bugünün
ne olduğunu sormuştu. Onlar da “Bugün, Allah’ın Musa’yı ve Israiloğullan’m
Firavun’un zulmünden kurtardığı büyük bir gündür” demişlerdi.[470]
Yahudilik’te
tutulması mecburi görülen yegane oruç Yom Kippur adı verilen Keffaret orucu
olup, Tişrî ayının 10. günü tutulurdu. Tişrî ayının 10. günü Ekim ayının
sonuna rastlamaktadır. Bu günde oruç tutmak farzdı. îmsak, Keffaret Gününden
önceki Akşam güneş batarken başlar, o gece ve ertesi akşam ilk üç vıldız
görününceye kadar sürerdi. Bu süre esnasında yemek içmek yasaktı. Bu oruç
esnasında Havra’ya gidilir, ibadetle meşgul olunurdu. Neilat denilen ve güneş
batarken yapılan ayinden sonra Şofar denilen bir boynuz öttürülür ve oruç
zamanı sona ererdi.[471] Tevrat, bugünde Yahudilerin iş yapmalarını yasaklamış,
tevazu içinde bulunup ibadet etmelerini, onların bugünde keffaret olunacaklarını
bildirmiştir.[472] Yom Kippur orucu, Hz. Musa’nın Allah’tan buyruklarını almaya
gittiği zaman, yahudilerin altından bir buzağıya tapmalarından dolayı
tutulduğu kaydedilmektedir.[473]
Yahudilerin,
Kudüs’ün tahribi ve diğer acıklı olaylar sebebiyle benimsedikleri diğer bazı
oruçları da vardı. Bunlar dört, beş, yedi ve onucu aylarda tutulurdu. Ancak bu
ve benzeri oruçlar mecburî sayılmamaktaydı. Tebet 10’da, Temmuz 17’de, Ab 9’da,
Tişrî 3’de tutulan oruçlar, Ester orucu, Küçük Yom Kippur Orucu
bunlardandı.[474] Ayrıca Yahudi Zahidleri sukut orucu tutarlar, sabahtan
akşama kadar konuşmayıp susarak nefislerini terbiyeye çalışırlardı. Hz. Musa ve
Hz. Meryem’in bu orucu tuttukları haber verilmektedir.[475] Cahiliye dönemi
Araplarında da tutulan bu orucun onlara, o dönem yahudilerinden geçtiği tahmin
edilebilir. Yine Hz. Peygamber zamanında Arap Yarımadası’nda yaşayan yahudiler,
oruç tuttukları zaman yatsı vaktinden sonra bir şey yemezlerdi. Bazı
nıüslümanlar da onları taklid etmişlerdi. Bunun üzerine Bakara 185 ile 187.
ayetleri nazil olmuştu.[476] Ayrıca Yahudiler, oruç tuttukları zaman sahur
yemeği de yemezlerdi. Hz. Peygamber müslümanlara sahur yemeği yiyerek onlara
muhalefet etmelerini emretmişti.[477]
Oruç tutma
çağı ise, Bar Misva (Şeriatın oğlu) olunca, yani 12 yaşında başlardı. Bazı oruç
günlerinde et yenmez, içki içilmezdi.[478] Yahudilikte’de oruç ve bayram
günlerini tesbit için ay gözlenirdi. Eskiden Kudüste Sanhedrin denilen (Büyük
Meclis), her ay tanıkları dinleyerek ay başım ilan ederdi. Tepelerde ateş
yakmak suretiyle yeni ay çevrede yaşayanlara haber verilirdi.[479]
G)
Zekât-Sadaka:
Kur’ân-ı
Kerim’de, zekât ibadetinin Yahudiler’e de emredildi-ği bildirilmektedir.[480]
Ancak Yahudilere emredilen bu zekâtın mahiyeti ve miktarı hakkında bir açıklık
yoktur. Kitab-ı Mukad-des’te ise Israiloğullan’na yıldan yıla mahsûllerin ve
sürülerin ondalıklarının ayrılıp, ilgili yerlere sarfedilmesi emredilmektedir.
Bu açıdan Yahudiler, ziraî mahsûllerden, sığır ve koyun sürülerinden, diğer
bütün gelirlerden ondalık (Öşür) vermekteydiler. Bunları da Levili’ye, garib
kimselere, öksüzlere, dul kadınlara vs. dağıtıyorlardı. Bu husus da Tevrat’ın
emriydi.[481] Ondalıkların verilmesinin vakti ise, ürünlerin toplanmasından
sonra(Yedi Sayım Haftası) idi.[482] Yine Kitab-ı Mukaddes’in çeşitli
bölümlerinde sadaka verilmesi teşvik edildiği için,[483] Yahudiler arasında
fakir ve sadaka verme geleneği vardı. [484]
Ğ) Hac:
Kitab-ı
Mukaddes’in çeşitli bölümlerinde bir fariza olarak, Islâmdaki hac ibadetine
benzer bir ayin (Hag) emredilmektedir.[485] Yahudilerin Kudüs’te bulunan
Makdis’i ziyaret edip, mihrabın etrafını tavaf ettikleri anlaşılmaktadır.[486]
Vaktiyle Beytü’l-Makdis’e yapılan hac, küçükler, körler, kadınlar, akıl ve
beden hastaları dışında bütün yahudilere farz idi. Fakat Kudüs’teki Mabed’in
yıkılmasından sonra, Yahudilerde hac ibadeti sona ermişti.[487] Tevrat’ın
buyruğuna göre Yahudilerin Pesah, Şavuot ve Sukkoth bayramlarında olmak üzere
yılda üç defa Mabed’e gidip ziyaret yapmaları gerekirdi.[488] Günümüzde ise
Doğu ülkelerinde oturan yahudilerle, Kuzey Afrikadakiler senenin belli
günlerini hac için ayırmışlardır. Süleyman Mabedi’nin batı duvarının
karşısında, Temmuz’un 17. günü akşamından, Ağustos’un 19. gününe kadar 23 gün
devamlı toplanmaktadırlar. Vaktiyle yapılan bu hac esnasında, herkes, alî
gücüne göre bir veya daha fazla kurban keser, fakirlere dağıtırdı. Kurban
derileri ise karşılıksız olarak ziyaretçilerin hizmetinde olanlara
verilirdi.[489]
H) Nesi
Uygulaması:
Nesi
uygulaması yahudilerde de mevcuttu. Yahudilerin 72 üyeli, din alimlerinden
müteşekkil en yüksek dini kurulu ve mahkemesi Sanhedrin’in başkanının unvanı,
prens anlamına gelen “Naşı” idi.[490] Nesi işini bu kurul düzenlerdi. Yahudi
takvimi, Arap takvimi gibi ay takvimiydi. Bir yıl 354 gün sürerdi. Tören ve bayram
günleri güneş takvimine göre düzenlenir, bu iki takvimi birbirine uydurmak
için ise, Nesî’ye başvurulurdu. Bu da her 19 yılda bir kebîse (ek) yıl, her 7
yılda da bir kebise ay eklenerek yapılırdı.[491] Cahiliye Araplarımn, Nesî
uygulamasını yahudilerden aldığı sanılmaktadır.[492] Yahudilerde seneye eklenen
ay, Adar ayım takip eden ay olurdu. Yahudiler, nesîye Pesah bayramını senenin
münasip bir zamanına denk getirmek için başvururlardı.[493]
I) Kurban:
Kurban kesme
âdeti Yahudiler’de de mevcuttu. Vaktiyle Kudüs’te Süleyman Mabedinde Yahudiler,
Keffaret, Şürkan vs. cinsinden kurbanlarını keserlerdi. Ancak Kudüs Tapınağı’nm
Roma imparatoru Titüs tarafından yıkılmasından sonra, israil fa-kihlerinin
içtihadıyla, artık “Tapmak kalmadığı için” kurban kesme ve yakma geleneği
bırakılmıştı.[494] Yahudilikte vaktiyle insan kurbanı yapıldığına dair bir
âdetten de söz edilmektedir. Kitab-ı Mukaddes’te, Hakimlerden Yeftah’ın kızını
Yahova için kurban etmek maksadıyla boğazlayıp yaktığından söz
edilmektedir.[495]
Yahudilerde
en meşhur kurban çeşidi “Fısıh” kurbanıdır. Fı-sıh, yahudilerin Mısırdan
çıkışını sembolize etmek üzere Nisan ayında 7 gün süreyle kutlanılan bir
bayramdır. Bu bayramda bir kuzunun kurban olarak kesilip yenilmesi âdettir.
Fısıh kurbanı, bir yaşında erkek kuzu veya keçiden, sığırdan seçilir, Fısıh
kurbanı ailevi bir mahiyet taşır, aile reisince kesilmesi gerekir. Sabaha
kalan etler yakılır. Bu açıdan kuzunun büyüklüğü aile fertlerinin yiyeceği
kadar olacaktır. Fısıh kurbanı güneş battığı zaman kesilir.[496] Kesilecek
kurbanlar kusursuz olmak zorundadır.[497] Tevrat’a göre kumru ve güvercin gibi
hayvanlar da kurban olarak takdim edilebilirdi.[498] Ayrıca Yahudiler, etini
yedikleri halde ineği kurban olarak kabul etmezler; karaca, geyik vs. av
hayvanlarının da etlerini yerler ancak kurban olmalarını benimsemezler. Kurbân
kesilirken, kesen kimsenin elini kurbanın başına koyması gerekir. Bu âdet Hz.
Musa ve Harun’dan kalmıştır.[499] Vaktiyle suç, hata, keffaret, şükran ve adak
kurbanlarının etleri, genellikle Yahudi din adamları olan kâhinlere verilirdi.
[500]
İ) Îsim
Koyma:
Yahudilik’te,
yeni doğan çocuklara Peygamber isimleri vermek, islâm’dan önce Ehl-i Kitab
arasında âdet halindeydi. Erkek çocuklara isim, çocuk sünnet edildikten sonra
sekizinci gün verilirdi. Bu uygulama, herkesin işitebileceği bir sesle, çocuğa
verilecek isim iki defa tekrarlanmak suretiyle yapılırdı. Ayrıca, ataların,
büyüklerin adlan, Tevrat’tan seçilen isimler çocuklara ad olarak konulurdu.
Kızlara verilen isimlerin ise pek azı Tevrat’tan alınırdı.[501]
J) Sünnet
Olma:
Sünnet,
olma, Yahudilik’te Allah ile akdedilen çok önemli bir ahd niteliğindedir.
Tevrat, Hz. ibrahim, ismail ve Ishak’m sünnetinden bahsetmektedir.[502]
Tevrat, her erkek çocuğun doğumunun sekizinci günü sünnet edilmesini
emretmiştir.[503] Bu sebeple Yahudilerde erkek çocukların doğumlarının
sekizinci günü sünnet edilmesi Hz. İbrahim’den kalma bir âdet olarak devam
etmektedir. Onların bu âdetleri Hz. Peygamber döneminde de sekizinci günde icra
ediliyordu. Bu sebeple Hz. Peygamber, onlara muhalefet etmek için torunları
Hz. Hasan ve Hüseyin’i doğumlarının yedinci günü sünnet ettirmişti.[504]
Buharî’nin kaydettiği bir haberden, Hz. Peygamber’in çağında Bizans imparatoru
Hirakl’m idaresi altındaki yahudilerin sünnet olma geleneğini sürdürdüklerini
anlamaktayız.[505] Yahudilerde doğumun 7. günü akşamı çalgılı eğlenceler
düzenlenir ve bu geceye Arefe denilir. Ev halkı çocuğun başında bulunur ve
uyumazlar. Doğumun sekizinci günü sabah erkenden de sünnet yapılırdı. [506]
K) Nikâh:
Evlilik,
Yahudiliğin büyük Önem verdiği konulardandır. Tal-mud’un değişik yerlerinde
evlenme için gerekil işlemler belirtilerek, kurallara bağlanmıştır. Evlenme
bir Tanrı buyruğu niteliğindedir. Tevrat’a göre Allah, Hz. Adem ve Havva’ya
evlenip çoğaldedir. Tevrat’a göre malarım emretmiştir.[507] Yahudilikte nikah
ancak hahamlar ya da onların izin verdiği kimseler tarafından kıyılırdı.
Evlenme töreni havralarda yapılırdı. Tören esnasında Mezmur’dan parçalar ilahiler
okunur, dualar edilirdi. Nikâh iki şahit huzurunda akdedilirdi. Haham nikâh
sırasında bir hitabede bulunurdu. Hz. Musa’dan kalma bir gelenek olarak, gelin
nikâhtan önce kadınlarla hamama gider, bir çeşit gusul yapardı. Buna Mikve
denilirdi. Çiftler, “Sen benimle Musa ve îsrail yasalarına göre bu yüzükle
evlendin” sözlerinin söylenmesinden sonra zifafa sokulurdu.[508] Düğün
dolayısıyle ziyafet verilirdi. Bu geleneğin Hz. Yakub’a kadar çıktığı
kaydedilmektedir.[509] Nikah esnasında erkek tarafından kadına “Mohar” adı
verilen bir miktar mal verilirdi. Tevrat, mehir konusunda sarih emirler
koymuştur. Buna göre evlenmek için bir kadına mehir vermek mecburidir.[510]
Hz. Musa zamanından beri geçerli olan bir geleneğe göre, koca, karısına
vereceği mehiri “Khetouba” adlı bir yazılı belge vasıtasıyla tayin ederdi. Bu
adet daha sonraları iyice yaygınlaşmış ve Mişna ile Talmud’a girmiştir. Mişna
ve Talmud’da, Khetouba, bakire kız için en az iki yüz dinar, dul için yüz dinar
olarak tesbit edilmişti, ilk dönemlerde hanımının üzerine bakire bir kız olan
kimsenin yeni evlendiği bu hanımının yanında yedi gün kalması âdetti.[511] Hz.
Peygamberin çağında da bu âdet Arabistan’da devam etmekteydi.[512] Hz.
Peygamber dünyaya gelmeden bir müddet önce Medine’de yaşayan yahudilere başkanları
olan Fityun, evlenen genç kızların, kocalarının yanma gitmeden evvel, ilk
geceyi kendi yanında geçirmesini kabul ettirmiş, bunu Evs ve Hazrec
kabilelerine de tatbik etmişti. Fityun’un bu âdeti,Malik b. Aclamn kız
kardeşine de yapmak istediği, fakat Malik’in kızkardeşinin buna razı olmaması
sebebiyle, Fityun’un Malik b. Aclan tarafından öldürüldüğü kaydedilmektedir.[513]
Asr-ı
Saadet’te yahudiler, Tevrat yasakladığı için hayızlı hanımlarına cinsel ilişki
için yaklaşmazlar[514] ve onları murdar sayarak evden çıkarırlardı.[515] Enes
(r.a.), Medine ve civarındaki yahudilerin bu adetini haber vermektedir.[516]
Yine bu dönemde Medine yahudileri, hanımlarına helal yoldan olsa bile, arkadan
yaklaşmazlar ve böyle cinsel ilişkiden doğacak çocukların şaşı olacağına
inanırlardı.[517] Cinsel ilişkiyi de kadın en örtülü bir haldeyken sadece önden
yaparlardı. Medineli Cahiliye Arapları da bu konuda onları taklid
etmekteydi.[518] Yine bu dönem yahudileri azil uygulamasına karşı çıkıyorlar,
bunu yapan Araplara “işte küçük mevûde (Çocukları diri diri gömerek öldürmek)
budur” diyorlardı.[519]
Tevrat’ın
yasaklaması sebebiyle, yahudilerin kan bağı bulunan kimselerle evlenmeleri
yasaktı. Buna göre bir kimse anne babasıyla, babasının karısıyla, kız
kardeşiyle, torunlarıyla, halasıyla, teyzesiyle, amcasıyla, amcasının
karısıyla, geliniyle, kayın va-lidesiyle, iki kız kardeşle aynı anda
evlenemezdi.[520] Ölen kardeşin karısıyla evlenmek ise bir gelenek olarak devam
etmekteydi. Yine yahudiler, yabancı din mensuplarıyla evlenemezlerdi.[521] Çok
kadınla evlilik ise meşru ve yaygın bir gelenek halindeydi.[522]
1) Talâk:
Talâk
(boşama) uygulaması Yahudilik’te de mevcuttu. Tevrat’ta boşanmanın caiz
olduğunu gösteren ifadelere rastlanmaktadır.[523] Fakat bu iş dince hoş
karşılanmamıştır.[524] Boşanma hahamların huzurunda gerçekleştirilebilirdi.
Haham huzurunda boşanmayan kadın eski kocasının nikahında sayılır, ikinci bir
kocaya varamazdı. Boşanmada şahitler de hazır bulunurdu. Boşama hakkı yalnız
kocanın olup, kadının hiçbir şekilde boşama hakkı yoktu.[525] Tevrat’ta,
islâm’daki Han müessesesine benzer bir uygulamaya rastlanmaktadır. Karısını
Zina ile suçlayan ancak şahid gösteremeyen yahudi erkekleri buna
başvurmaktaydı.[526]
M) Miras:
Yahudilikte
bir çocuğun mirasçı olması için nesebinin sahih olması gerekmekteydi. Bu
sebeple zina mahsûlü çocuklar mirastan pay alamazlardı. Erkek evladın büyüğü
babasının terikesin-den, diğer kardeşlerine nisbetle iki kat hisse alırdı.[527]
Varaset sırası Tevrat’ta belirtilmiş, bu uygulama Mişna ve Talmud’da da
değişmemişti. Hz. Musa’dan önce kız çocuklarına mirastan pay verilmiyordu.[528]
Hz. Musa’nın şeriatında ise erkek çocuklar yoksa kız çocukları mirasçı
kılınmıştı. Bu açıdan kız çocukları, erkek kardeşiyle beraber bulunduğu zaman
mirasçı olamazdı. Ancak bu durum kızlara, “Cihaz” adı altında bir miktar
mal-mülk verilmesi âdetini ortaya çıkarmıştır.[529] Mişna ve Talmud döneminde
baba mirasçı olarak kabul edilmiş, anne ise mirasçı kılınmamıştır.[530] Ölenin
usulü yoksa, terike yan hısımlara geçerdi. Çocuğu olmadan vefat eden kadına da
kocası varis olurdu.[531] Vârisi kızlardan ibaret olan kimse, malının tamamını
bir başkasına vasıyyet edebilirdi. Asr-ı Saadette Araplar da, bu konuda
yahudileri taklid etmekteydiler.[532]
N) Yemin:
Tevrat,
yahudilere Allah’ın adıyla yemin edilmesini emretmiş,[533] yalan yere yemin
etmeyi yasaklamıştır.[534] Yahudilerin Asr-ı Saadet’te nasıl yemin ettiklerine
dair fazla bir bilgiye sahip değiliz. Ancak bazı ferdî bilgilere
rastlamaktayız. Nitekim Medine’de bir yahudinin, “Musa’yı âlemler üzerine
seçen Allah’a andol-sun” diye yemin ettiğini görmekteyiz.[535] Yine bir
yahudinin Hz. Peygamber’e gelerek, müslümanlann “Kabe hakkı için” demelerinin
Allah’a şirk koşmak olduğunu söylediği nakledilmektedir. Buradan o dönemde
Ehl-i Kitabın bilgili kimselerinin Allah’tan başka şeylere yemin etmeyi doğru
bulmadıkları sonucunu çıkarabiliriz.
Tevrat’ta
Kasâme ile ilgili hükümler de mevcuttur.[536] Kaynaklarımızda, Hz. Peygamber
döneminde Hayber yahudilerinin ashâbtan Abdullah b. Sehl’i öldürdükleri, bu
sebeple de Hz. Pey-gamber’in bu yahudilere kasâme uygulamak istediği nakledilmektedir.[537]
O) Cezalar:
Yahudilik’te
kısas cezası mevcut olup, Asr-ı Saadet’te Arabistan’da yaşayan yahudiler
arasında da bu uygulama yürürlükteydi.[538] Suçun şahsiliği prensibi vardı.
Kısas hakkı, Veliyyüddem’e (öldürülenin yakınları) aitti.[539] Eski îsrail
Hukuku’nda kısasın diyete çevrilmesi de mümkün değildi.[540] Ancak Asr-ı
Saadet’te Medine ve civarında yaşayan yahudiler arasında kısas, cana can, dişe
diş şeklinde bir ölçü içinde tatbik edilmez; insanların canları ve kanları eşit
sayılmaz, bir cana karşı birçok can alınabilirdi. Bunun sonucu olarak ancak
güçlü olan kabile intikamını alabilir, suçluyu ve etrafındaki yakınlarım
ölçüsüzce cezalandırabilirdi. Güçsüz kabile ve topluluklar ise, kendilerinden
bir şahsın güçlü kabileye mensup bir şahıs tarafından Öldürülmesi halinde,
katiline kısas uygulayamazlardı. Asr-ı Saadet’te Medine’de yaşayan Yahudi
kabilelerinden Benî Kureyza ile Benî Nadr arasında böyle bir durum
mevcuttu.[541]
Mişna ve Talmud
devrinde kısas, tazminata çevrilmişti.[542] Ancak Hz. Peygamber döneminde
yaşayan yahudiler arasında bu meseleler kuvvete dayanılarak halledilmekteydi.
Bu dönemde Beni Nadr kabilesi Beni Kureyza’dan daha üstündü. Bu sebeple Beni
Kureyza’dan birisi, Beni Nadr’dan birisini öldürdüğünde kısas yapılarak
öldürülür, Beni Nadr’dan birisi Beni Kureyza’dan birisini öldürdüğü zaman
maktulün yakınları diyet almak zorunda kalırlardı.[543] Bu dönemde Yahudi
kabileleri cinayetlerden dolayı diyet de alıp veriyorlardı. Ancak Hz.
Peygamber devrinde Me-dinedeki Yahudi kabileleri arasında öldürülen kimse için
alman diyet miktarları da eşit değildi. Kendi üstünlüğünü diğer yahudi
kabilelerine kabul ettiren Beni Nadr yahudileri, içlerinden biri öldürüldüğünde
tam diyet alıyorlar, fakat kendilerinden biri, diğer yahudi kabilelerinden
birisini öldürecek olursa yarım diyet veriyorlardı. Yahudi reislerinden Huyey
b. Ahtab, Nadr’h bir kimse için iki, Kureyza’lı bir kimse için bir diyetle
hükmediyordu. Yahudiler arasındaki diyet miktarı, 50 vesk’e karşı 100 vesk
oranındaydı. Cahiliye döneminde bu yahudi kabileleri aralarında savaşmış, Beni
Nadr kabilesi galip gelmişti. Sonunda galip tarafın, mağlub taraftan her maktul
için yarım, mağlub tarafın galib taraftan her maktul için tam diyet ödemesi
için anlaşmışlardı. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettikten sonra yahudiler
arasında bir cinayet vakası meydana gelmiş, maktul kendilerinden olan Beni
Nadr iki misli diyet istemiş, karşı taraf buna razı olmayarak Hz. Peygam-ber’in
hakemliğine başvurmuştu.[544]
Yahudilik’te
zina yasaktı ve cezası idamdı.[545] Fakat Hz. Peygamber döneminde Medine
yahudileri zinanın Tevrat’taki cezasını uygulamıyorlar di. Zanilerin yüzünü
karartıp, teşhir ediyorlar, sopayla dövüyorlardı. Bunda, yahudilerin şeref ve
mevki sahibi olan kimseleri arasında zinanın yaygınlaşmasının rol oynadığı
nakledilmektedir.[546]
Yahudilik’te
hırsızlık da yasaktı. Ancak hırsızlığın cezası tazminata çevrilmişti.
Yahudilik’te sihirbazlık da yasaktı. Tevrat’a göre bunun cezası idamdı. Fakat
Asr-ı Saadet’te Medine yahudileri arasında sihirbazlık yaygındı. Bazı
hadislerde, onların Hz. Pey-gamber’e sihir yapmaya kalkıştıkları
nakledilmektedir.[547]
Ö)
Yiyecek-Îçecekler:
Yahudiler
leş ve vahşi hayvanların parçaladığını yemiyorlar-dı. Ayrıca kanı yemek de
yasaktı.[548] iç yağı yemeleri de haram kılınmıştı.[549] Ancak onlar bu yasağı
ihlal ederek, iç yağını eritip satmaktaydılar.[550] Ayrıca hayız-nifas ve
diğer kanamalı haldeki hanımlarının pişirdikleri yiyecekleri de yemiyorlar, hanımlarını
bu hallerinde evden çıkarıyorlardı.[551] Domuz, tavşan ve deve etini yemek de
yasaktı.[552] Çatal tırnaklı olmayan, geviş getirmeyen hayvanlarla, kartal
şahin, toy, vs. kuşları mekruh sayarak yemi-yorlardı.[553] Deniz hayvanlarından
kanatsız ve pulsuz olanlarını haram sayıyorlardı.[554] Ibn Abbas’m naklettiğine
göre, yukardaki tarife uymadığı için yılan balığım da yemiyorlardı.[555] Ayrıca
Tevrat’ın emri gereğince etli ile sütlülerin aynı kapta pişirilmesi, aynı
dolapta saklanılması, bulaşıklarının aynı kapta yıkanması da yasaktı.[556]
Tevratm çeşitli yerlerinde kötülüğü anlatılmasına rağmen, bu dönem yahudileri
içki üretip, içiyorlardı. İçkiyi yasak kabul etmiyorlardı.[557]
P) Faiz:
Yahudiler
arasında faiz kesin olarak yasaklanmıştı. Ancak bir yahudinin, yahudi
olmayanlara faizle borç vermesi yasak değildi.[558] Hz. Peygamber Medine’ye
hicret etmeden önce, Medine ve civarında bulunan yahudiler arasında faizcilik
çok yaygındı. Bu bölgede yaşayan yahudiler, etraflarındaki kimselere faizle
borç para vermişler, borçlarım ödeyemeyenlerin mülk ve arazilerine el koyarak
zenginleşmişlerdi.[559]
[425] Çıkış,
30/17-21.
[426]
A.J.Wensinck, Î.A., Teyemmüm Maddesi, XII/I, 223.
[427] Matta,
15/1-3.
[428]
Levililer, 12/2-5.
[429]
Levililer, 15/19-24.
[430] Müslim,
Sahih, I, 246; Ebu Davud, Sünen, I,177-178.
[431]
Levililer, 15/25-28.
[432]
Buharı, Sahih, I, 62; Müslim, Sahih, I, 228; Nesaî, Sünen, III, 72; Ab.Han-bel,
Müsned, V, 402.
[433]
Levililer, 15/16-18, 22/4-7.
[434]
Levililer, 22/5-7.
[435]
Levililer, 11/26-31.
[436]
Levililer, 11/39-40.
[437]
Îbnü’l-Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 363.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/273-274.
[438]
Wensinck, İ.A., Niyet maddesi, IX, 307.
[439]
Epstein, Judaism, s. 161; Örs, Musa ve Yahudilik, s.405.
[440]
Estein, a.g.e., s. 161-162.
[441] Örs,
a.g.e., s.399-400.
[442]
Kuzgun, Hz. İbrahim ve Haniflik, s.117.
[443]
Epstein, a.g.e., s.399-400.
[444] Dinler
Tarihi Ansiklopedisi, II, 427.
[445] Örs,
a.g.e., s.401.
[446]
Örsa.g.e.,s.4O2, 406.
[447]
Tekvin, 2/2-3; Çıkış 20/8-11; Sayılar 28/25.
[448] Çıkış
16/22-23.
[449] Krş.
İbn Sa’d, Tabakat, III, 118.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/275-276
[450] Örs,
a.g.e., s.422-423.
[451] Örs,
a.g.e., s.415-416.
[452] Çıkış,
bab: 32; Levililer 16/29-31; 23/26-32; Örs, a.g.e., s.417-418.
[453] Örs,
a.g.e., s.420.
[454] Çıkış,
23/5; 34/18, 25.
[455]
Buharî, Sahih, II, 251; Müslim, Sahih, II, 796.
[456] A.O.
Ateş, İslâm Orucunun Menşei İle İlgili Olarak Bazı İddiaların Tedki-ki, Diyanet
Üç Aylık İlmi Dergi, 1992, c:28, sayı:3; s.108.
[457] Örs,
a.g.e., s. 419-420.
[458] Çıkış,
35/22; Tesniye 16/13-17; Örs, a.g.e., s.418-419.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/276-277.
[459]
Bakara, 2/60.
[460] Amos
4/7-8.
[461] Hakim,
Müstedrek, I, 325-326.
[462] Yrd.
Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan
Yayınları: 2/278.
[463]
Levililer 21/1-3; Örs, a.g.e., s.391.
[464] Örs,
Musa ve Yahudilik, s. 392-393.
[465] Örs,
a.g.e., s. 394-395.
[466]
Tirmizî, Sünen, III, 340.
[467] Örs,
a.g.e., s’. 395.
[468] Örs,
a.g.e., s. 392.
[469]
Levililer 19/28, 21/5; Tesniye 14/1.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/278-279.
[470]
Buharı, Sahih, II, 251; Müslim, Sahih, II, 796.
[471] Örs,
a.g.e., s,417-418.
[472]
Levililer 16/29-31, 23/26-32.
[473] A.O.
Ateş, Cahiliye ve Ehli Kitab Örf ve Âdetleri, s. 63.
[474] A.O.
Ateş, a.g.e., s. 63-65.
[475] A.O.
Ateş, a.g.e., s. 67.
[476] A.O.
Ateş, a.g.e., s. 69.
[477]
Müslim, a.g.e., s. 70.
[478] AO.
Ateş, a.g.e., s. 70.
[479] Örs,
a.g.e., s. 409.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/279-280.
[480]
Bakara, 83; Mâide, 12.
[481]
Levililer 27/30-32; Tesnİye 14/29; Luka 18/12.
[482]
Tesniye 16/9; Örs, a.g.e., s.422.
[483]
Tesniye 15/7-11; Süleyman’ın Meselleri 21/13, 22/9, 28/27.
[484] Yrd.
Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan
Yayınları: 2/280-281.
[485] Çıkış
23/14; Tesniye 16/16; Hakimler 21/19; I. Krallar 8/2, 65.
[486]
Mezmurlar 26/6; Bubi, İA. Tavaf Maddesi XII/I, 65.
[487]
Cilacı, İlahi Dinlerde Oruç Hac ve Kurban, s. 48.
[488]
Tesnİye 16/16.
[489]
Tesniye 16/16; Cilacı, a.g.e., s.46-47.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/281.
[490] Örs,
a.g.e., s.309-310.
[491] Örs,
a.g.e., s. 408.
[492]
A.O.Ateş, a.g.e., s. 144.
[493]
Moberg, ÎA, Nesi Maddesi, IX, 202.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/281-282.
[494] Örs,
a.g.e., s. 145.
[495]
Hakimler 11/29-40.
[496] Çıkış
12/3-22; Tesniye 16/2-7.
[497] A.O.
Ateş, a.g.e., s.167.
[498]
Levililer bab:4-5.
[499]
Levililer 4/4,33, 8/14,24.
[500] Yrd.
Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan
Yayınları: 2/282.
[501] A.O.
Ateş, a.g.e. s.200-201.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/283.
[502] Tekvin
17/9-29, 21/4,5.
[503] Tekvin
17/2, 2165.
[504] İbn
Hacer, Fethu’l-Bârî, X, 289.
[505]
Buharî, Sahih, I, 6,7.
[506] Yrd.
Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan
Yayınları: 2/283.
[507] Tekvin
1/28.
[508] A.O.
Ateş, a.g.e. s. 240-241.
[509] Tekvin
29/22-23.
[510] Çıkış
22/16,17.
[511] Tekvin
29/26-28.
[512]
Buharî; Sahih VI, 154-155; Müslim, Sahih, II, 1084.
[513]
İbnü’1-Esîr, el-Kamil, I, 656-657.
[514]
Levililer 18/19.
[515]
Taberî, Camiu’l-Beyan, II, 381.
[516] Ebu
Davud, Sünen II, 620-621; Tirmizî, Sünen v, 214-215.
[517]
Baharı, a.g.e., V, 160; Müslim, a.g.e., 11,1058
[518] Ebu
Davud, a.g.e., II, 618-620.
[519] Ebu
Davud, a.ge., II, 623-624; Tirmizî, III, 442-443.
[520]
Levililer 18/6,8; Tesniye 22/30, 27/20-23.
[521] A.O.
Ateş, a.g.e. s. 272-273.
[522] A.O.
Ateş, a.g.e. s. 278-282.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/283-285.
[523]
Sayılar 30/9; Tesniye 24/1-4.
[524] Malaki
2/15-16.
[525] A.O.
Ateş, a.g.e. s. 305-306.
[526]
Sayılar 5/1-13.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/285-286.
[527]
Tesniye 21/15-17; Hakimler 11/1,2.
[528] A.O.
Ateş, a.g.e. s. 327.
[529] A.O.
Ateş, a.g.e. s. 329.
[530] M.
Es’ad, Tarih-i îlm-i Hukuk, s.216.
[531]
Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, s. 361.
[532] M.
Es’ad, a.g.e., s. 216-217; Razî,MefaÜhu’l-Gayb, IX, 203.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/286.
[533]
Tesniye 10/20.
[534]
Levililer 19/12.
[535]
Buharı, Sahih, III, 88-89.
[536]
Tesniye 21/1,9.
[537]
Buharı, Sahih, VIII, 42-44; Müslim, Sahih, III, 1291-1295.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/286-287.
[538] Çıkış
21/23-25; Tesniye 19/21.
[539]
Sayılar 35/19; Tesniye 24/16.
[540]
Sayılar 35/31.
[541] Ebu
Davud, Sünen IV, 634-635; Nesaî, Sünen VIII, 18-19.
[542] M.
Es’ad a.g.e., s.213-214.
[543] Ebu
Davud, a.g.e., IV, 634-635; Nesaî, a.g.e., VIII, 18-19.
[544] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, I, 246.
[545]
Levililer 20/10-12; Tesniye 22/21-26.
[546]
Buharî, Sahih, VIII, 22; Müslim, Sahih, III, 1323-1327.
[547]
Buharî, Bedü’l-Halk, 11, Tıb 47; Müsum, Selam, -±3.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/287-288.
[548] Çıkış
22/31; Levililer 7/26-27, 22/8.
[549]
Levililer 7/22.
[550]
Buharî, Sahih, III, 40; Müslim, Sahih III, 1207-1208.
[551]
Tirmizî, Sünen V, 214-215.
[552]
Levililer 11/4-8.
[553] A.O.
Ateş, a.g.e. s. 404-405.
[554]
Levililer 11/9-12; Tesniye 14/10.
[555]
Buharî, Sahih, VI, 223; Aynî Umdetü’l-Kârî, XXI, 105.
[556] Çıkış
23/19, 34/26.
[557] A.O.
Ateş, a.g.e. s. 418.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/289.
[558] Çıkış,
22/25; Tesniye 23/19-20.
[559]
Hamİdullah,İslâm Peygamberi, I, 616; Levvis, el-Arab fi’t-Tarih, s. 52.
Yrd. Doç.
Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları:
2/289.
Not: Bu
makale hazırlanırken www.ilimdünyası.com adresinden alıntılama yapılmıştır…
Ümit MİNEL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder